Polenli Köyü Bağcılar’da bir dernek kuruyor. İçerisi hınca hınç insan dolu. Herkeste Polenlili olmanın haklı gururu.. Bir köyden nasıl bu kadar adam çıktı?
İstanbul’un herhangi bir sokağında şöyle bir tabelaya rastlayabilirsiniz: X ili Y ilçesi Z köyü yardımlaşma ve dayanışma derneği. Azami yüz-yüz elli kişilik nüfusa sahip bir köyün sadece bir semtte böyle bir derneğe sahip olması size de tuhaf gelmiyor mu?
Bu arada memleket hususunda aşırı hassas bir yapımız olduğu için isimleri gizledim. Hiç kimse Anadolu’da bir köyle papaz olmak istemez, üstelik bir dernek kuracak kadar örgütlüyseler.
Farz edelim İç Anadolu bölgesinde Furkan diye bir ilimiz var. Bunun bir de ilçesi olsun, Kalempil. Ve bir de köye ihtiyacımız var. Ona da Polenli Köyü diyelim. Bal reklamlarında beş kavanoz bala ilaveten hediye olarak verilen polen burada üretiliyor olsun. Bir de bacasından dumanlar tüten şirin bir köy evi çizelim. Ama daha sonra. Şimdi sırası değil. İşte bu Furkan ili Kalempil ilçesi Polenli Köyü’nün İstanbul Bağcılar’da bir derneği oluyor. Yardımlaşma ve dayanışma derneği. Ve bir bakıyorsun içerisi hıncahınç insan dolu. Polenli Köyü sakinleri tavla atıyor, okey dönüyor, masaya yancı oluyor. Herkeste bir neşe, Polenlili olmanın haklı gururu...
Şimdi, iki adet sorum var. Bir; tek bir köyden bu kadar insan nasıl çıktı? İki, orada tam olarak ne yapıyorsunuz? Sırf Bağcılar’da yüz kişiyi toplayabiliyorlarsa ülke geneline vurduğumuzda Türklerin yaklaşık dörtte birinin Polenli köyünden çıktığı sonucuna varıyoruz. Sanıyorum Ergenekon destanında bahsi geçen yer bu şirin Anadolu beldesi. Vaziyet böyleyse Polenlililer bağımsızlıklarını ilan etmemekle son derece mütevazı davranıyorlar demektir. Peki ya hal böyle değilse? Yoksa o dernek lokalinde kahkahalar eşliğinde okey oynayan amcalar bedava oralet için kendilerini Polenlili olarak mı tanıtıyorlar?
İkinci sorum orada ne yaptıklarıyla ilgiliydi. Tabelada sosyal dayanışma ve yardımlaşma diyor. İçeriye kafayı uzatıp baktığınızda ise okey ve tavladan başka gözünüze pek bir şey çarpmıyor. Biri taş çalıp masanın altından diğerine uzatıyor, bir başkası tavla oynayanların yere düşen zarlarını topluyor... Sanırım sosyal dayanışma ve yardımlaşmadan kastettikleri bu.Onları görünce benim neden böyle bir derneğim yok diye düşündüm. Kendi köyümü araştırdığımda maalesef toplamda sadece yedi kişinin köyü terk ettiğini ve bunların da dünyanın çeşitli yerlerine dağıldığını öğrendim. Tam bir hayal kırıklığı oldu. Kendimi sahipsiz ve yalnız hissettim. Yarından itibaren hal hareket ve tavırlarımla tam bir Polenlili gibi davranmaya çalışıp o derneğe sızmaya çalışacağım. Şimdiden biraz şive yapmayı öğrendim bile. Dayanışma hepimize lazım.
Bu yaşıma kadar karşılaştığım bütün öğrenciler, öğretmenler, müdürler, veliler, milletvekilleri, bakanlar, başbakanlar, sultanlar, valiler, derebeyleri, kontlar ve düşesler eğitim sisteminin ne kadar kötü olduğundan şikayet ettiler. Hepsi ağız birliği etmişçesine “Sorgulayan bir nesil yetişmiyor” diye veryansın etti. Madem durum böyleyse, Sinan Akçıl’ın iyi şarkı söyleyememesi ile beraber ülkece uzlaştığımız iki konudan biri buysa, neden harekete geçilmiyor? Eğitim sistemi sorgulamayan bireyler yetiştiriyormuş... E değiştirin o zaman. Sanki sıcaklardan ya da rüzgardan şikayet ediyor gibiler. Bence asıl bu durumu sorgulamayan bir nesil yetişmiş durumda. Gördüğünüz gibi ilk defa ben sorguladım. Bunu berbat bir eğitim hayatı geçirmeme bağlıyorum. Allah korumuş beni ve böylesine mükemmel bir vizyona sahip olmuşum. Kendimle gurur duyuyorum şu an ve bence bunun sorgulanacak yanı yok.
TEŞEKKÜR
Perşembe günü davetli olduğum Fatih Üniversitesi'nde 700 kişilik salonu hıncahınç dolduran, yetmeyip merdivenleri dolduran, bir buçuk saat boyunca ayakta izleyen öğrenci arkadaşlar; az kalsın beni ağlatacaktınız ama başaramadınız. Dik durdum, hafiften gözlerim dolsa da ağlamadım. İşte ben buyum.