Ağır bir kâbusdan uyanır gibiyiz. Kanlı ölümler, işkenceler, tehditler, bombalar, yangınlar, feryadlar, gözyaşları ve daha nice dehşetengiz olayla dolu bir oyun sona eriyor sanki...
Şu farkla ki sona erdikden sonra seyirciler gardrobdan mantolarını, paltolarını alıp civardaki barlara, meyhânelere yâhut evlerine dağılmayacaklar.
Oraları da oyunun mekânlarıydı çünki.
Evet, ortada bir oyun olduğu muhakkakdı ama mekânı herhangi bir sahne değil bütün bir ülkeydi.
Bizim ülkemiz!
Yâhut acabâ bizim sandığımız ülke deseydik daha mı doğru olurdu acabâ?
Bâzı sorular retorikdir, yâni belâgaten sorulur, cevâbı zâten bilinmektedir.
“Söyler misiniz, Türkiye’nin başkenti hangi şehirdir?”
Bâzı sorular ise filozofik olur; cevâbı aslâ bilinemeyecekdir.
“Söyler misiniz, hayâtın mânâsı nedir?”
Sorular vardır estetik olur:
“Kim dikdi o ucûbeyi oraya?”
Yâhut kriminalistik:
“O da her şeye burnunu sokmasaydı öldürülür müydü?”
Veyâ patetik:
“Bu vatan kimin?”
Rahmetli Orhan Amcam için bu sualin cevâbı sarihdi:
“Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır;
Bir târih boyunca onun uğrunda
Kendini târihe verenlerindir.”
Ancak bu cevab pek de öyle herkesi tatmîn etmemişe benziyor ki sağdan soldan îtiraz sesleri işitiyoruz:
“Hop, hop... Ya bizim sıradağlarımız?” yâhut “Bu vatan bizimse ben niye hep merdiven altında yemek yiyip kömürlükde yatıyorum da bir kere olsun balkondan denizi seyretmeme izin verilmiyor?”
Kısacası bir kâbusdan uyanıyoruz ama gözlerimizi oğuşturarak etrâfımıza bakınca öyle bir gerçek âlemle karşılaşıyoruz ki âdetâ tekrar kâbusumuza kaçıp orada saklanmak daha iyi olacak gibimize geliyor.
Oysa kâbusla gerçek âlem farklı ortamlar değil, değişen bizim bilinç hâlimiz.
Çünki mâlûm...
“Bir kadının suya değiyor ayakları...”
...diyerek büyük şâir statüsüne de girebilirsiniz...
“Ulan karı suya kayıyor, boğulacak!”...
şeklinde huysuzluk da edebilirsiniz.
Bu bir mîzaç ve meşreb meselesidir.
Ama ister öyle ister böyle olsun şurası kesinlikle ortaya çıkıyor ki bizler artık bu dekor içinde yaşamak istemiyoruz!
İsterseniz deyiniz ki buna artık mecâlimiz kalmadı!
Ben şahsen hayâtımın, artık kaç gün kaldıysa, geri kalan günlerini bu mezbelelik içinde değil adam gibi bir ülkenin adam gibi bir yurddaşı olarak medenîce geçirip ondan sonra Tahtalıköy’deki ebedî istirahatgâhıma taşınmak istiyorum.
Benim gibi düşünen yurddaşlarımın ezici bir çoğunlukda olduklarından da emînim.
Onun için kimse bana vatanperverlik dersi vermeğe yeltenmeksizin kendi kendine şu soruyu sorsun:
Evimizin içini temizlemeye hemen mi başlasak derhâl mi?
Ben derhâl diyorum!
Ama hemen derhâl diyenlere de uyarım.