Uzun yıllardır, bir Türk takımının Avrupa kupası maçında; oyuna 3. bölgede, bu denli yoğun şekilde ön pres uygulayarak başladığını ilk defa gördük. Genk şaşırdı, sahasından top çıkarmakta zorlandı.
Gerçi kazandığımız topları oyuna sokmada sıkıntılar yaşadık, üstelik biraz da çabuk kaybettik ama; rakibe de kendi sahasında özgür ve rahat davranma şansı tanımadık. Vallahi, Belçika takımı İstanbul’da eli belinde dolaşıp duruyordu. Rövanş canlarını sıktı... Quaresma da, golünü atmasın mı?
Üstelik ikinci golü de kaçırdık.
***
Neye uğradığını şaşıran Genk, “İstanbul’da dört attığım takımı burada rahat yenerim” düşüncesinde olmalıydı ki; Beşiktaş’ın böylesine diklenmesi karşısında, eli-ayağı tutuldu. Başına gelenlere inanamadı!
Beşiktaş’ın başlardaki yoğun baskısı, bir süre sonra mecburen yumuşadı ve hatta devreden çıktı. Zaten bir maç boyu, bu şekilde pres yapmaya dayanacak ciğerli bir takım da zor bulunur. Beşiktaş devreye hem 1-0 önde, hem hakim güç olarak girdi. Bu yarıda Genk’in esamesi bile okunmadı.
***
Türkiye Süper Ligi’ndeki 10 hafta boyunca, bir dakika olsun görev almamış olan Dorukhan’ın ilk onbirde oluşu, bana biraz garip ve risk içerikli gelse de; bu tercihin pek bir zararını görmedik. Ama gene de yeri değildi.
İkinci yarıda, aklı başına gelmiş bir Genk vardı. Bildik özelliklerini sergilemeye başladılar. Ama golleri kaçıran bizdik. Özellikle Babel’in kafası kaleyi bulsa, maçı o anda garantilerdik.
Beşiktaş’ın genelde sergilediği futbol, cesur ve olumluydu. Son anda yıkıldık. Yürekli ve sürekli oyun hakkını alamadı.