Uluslararası gelişmeleri uzun yıllar görevi gereği yakından izleyen, önemli siyasi aktörleri de tanıyan siyasetçi bir dostum, ikidir,
diye soruyor.
“Newsweek’te önemli yerlerinin özeti yayımlandı, hiç değilse onu oku” dediğinde derhal göz attım. Başka önemli yerleri de var kitabın, ama Newsweek’in yakaladığı bölüm bu günlere ve galiba bize de ışık tutacak çarpıcılıkta...
1992 yılının ağustos ayında Beyaz Saray’ın ikametgâh olarak kullanılan bölümünde Irak krizini konuşuyorlarmış... “Savaşalım, alalım, demokrasi götürelim” tezine yanaşır görünüyormuş
George W. Bush... Tez sahipleri “Hemen devrilir Saddam, biz de 90 gün içinde demokratik kurumları oluşturur, Irak’tan ayrılırız”
diyorlarmış...
ABD’de yükte hafif pahada ağır kırılacak eşya satılan mağazalarda “If you break it, you own it” uyarısı göze çarpar. “Kırarsan, parasını ödersin” demenin kibarcası... Dışişleri bakanı
Powell, uyarıyı hatırlattıktan sonra, “Irak’a müdahale edersek sorumluluk bize geçer, kolumuzu kurtaramayız” anlamına gelen görüşünü aktarmış
Bush’a...
Öyledir; başka bir ülkenin içişlerine karışmaya başlarsanız üzerinize kalabilir. Irak macerası ABD’ye kimbilir kaç trilyon dolara mal oldu. Beşbinden fazla Amerikalı hayatını Irak’ta kaybetti. Ülkenin kaybolan itibarını hiç hesaba katmıyorum. Son Amerikan askeri Irak’tan ayrıldıktan sonra Bağdat’ta oluşan hükümet Washington’un hoşuna gidiyor mu? Sanmıyorum.
Irak’a müdahaleye karar verdiklerinde Amerikalılar bir plan hazırlamışlar. Buna ‘sözde hazırlamışlar’ desem yeridir.
Saddam döneminde
Baas Partisi’nin her alana hâkim olmasından, basit bir memuriyet veya ithalat-ihracat belgesi alabilmek için bile parti üyesi olma gereğinden hareketle, herkesi dışlamamayı amaçlayan bir yaklaşımı tercihi kararlaştırmışlar...
Plan öyleymiş, ama gelişmeler farklı olmuş... Savunma Bakanı
Donald Rumsfeld ile Irak’ı yönetsin diye gönderilen
Paul Bremer halkı kendilerine düşmanca bakmaya sevk edecek farklı bir politika izlemeye koyulmuş...
“Vazoyu kırdık, onu sahiplendik, ama beceremedik” diyor Powell... Çünkü
Bush, kendisi tarafından belirlenmiş planı emrivâkileriyle bozan
Rumsfeld-Bremer ikilisinin çizgisine kaymış... En başta belirlenen stratejiden sapıldığı için de işler sarpa sarmış...
Libya’ya baktığımızda sürecin bir başka yerde de aynı sonucu doğuracak biçimde devam ettiği anlaşılıyor. ABD kendisini gerçekte çok fazla işin içine sokmadı ‘Arap baharı’ sırasında, ama algılama öyle değil. Bu sebeple her yanlışlığın sebebi olarak görülüyor ABD. Fatura da diplomatlarına, askerlerine, hatta sıradan vatandaşlarına çıkartılıyor.
Powell’ın anlattıklarına kulak verirken aklıma ister istemez şu düşünce üşüştü: “Acaba aynı durum bizim başımıza Suriye’de gelmiş olabilir mi?” Çok yakınlaşınca sahiplenmiş olduk ülkeyi, vazo kırılınca da sorumluluk üzerimizde kaldı... Ne dersiniz, olabilir mi? Suriye ile yakın olduğumuz dönemde ülkenin ne tür bir sisteme sahip olduğuyla ilgilenmekten çok belli başlı siyasi figürlerle dostluğa daha fazla önem verdik galiba. “Beşşar Esad ve çevresi dediklerimizi dinlerse rahatlama gelir, halkını dinleyen bir lider olarak gideceği seçimde
Beşşar demokratik biçimde seçilir”
diye mi düşündük?
Neyse...
Powell Suriye’yi veya Libya’yı değil, Irak’ta kendilerinin başına geleni anlatıyor anılarında...
Dostum, “Irak’ta her şey kötüye giderken dengeyi ABD lehine değiştiren ne olmuş, ona da dikkat ettin mi?” diye sorunca uyandım.
Powell, “Yönetim ‘surge’ emri verene kadar yokuş aşağıya gittik”
diyor...
‘Surge’ yani asker sayısını artırarak, varolan yerel unsurların da desteğiyle savaşa yeni bir boyut kazandırmak...
Yoksa PKK’ya karşı mücadeleyi kast etmiş olabilir mi?