15 Temmuz ihanetinin üzerinden 1,5 ay geçti. Bir işbirlikçi ihanet şebekesi, ‘müstevlilerin siyasi emelleri’doğrultusunda ülkede darbe yapmaya kalktı;
Milletin silahlarıyla, uçaklarıyla millete kurşun, bomba yağdırdı;
Devletin ve milletin birliğini temsil eden ve bugüne kadar ortaya koyduğu ‘siyasi irade’ ile bu temsiliyetin hakkını veren Cumhurbaşkanı’nı öldürmeye kalkıştı;
Türkiye’yi iç savaşa, parçalanmaya sürükleme ve yabancı işbirlikçilerinin istilasına açma girişiminde bulundu.
Dünya tarihinde böyle bir girişim, ilk kez ‘millet’ tarafından durduruldu!
Tarihinden ve inancından aldığı güç ve derslerle yaptı bunu.
Birliğinin simgesi siyasi liderliğine olan güveni, siyasi liderliğinin de milletine olan güveniyle başardı.
Demokrasi için mi, vatanseverlik için mi, dini duygularla mı?
Hepsi için...
Bu millet için ‘vatan’ sadece bir toprak parçası değil, ‘adalet, özgürlük, eşitlik ve inanç’ demektir.
Bu kavramları ayırmak, darbeciler ve işbirlikçilerinin amacına hizmet eder.
***
Bu kadar haklı, bu kadar saygıdeğer, bu kadar hayranlığı hak eden bir direnişin ardından tuhaf şeyler yaşıyoruz.
Şehitlerimizi bir daha göremeyecek olmanın acısını yaşamaya, bu vatanı kanlarıyla bize yeniden armağan etmekle hak ettikleri kahramanlığı anıtlaştırmaya ve onlar adına göğsümüzü gere gere ‘nasıl bir millet olduğumuzu’ anlatmaya hazırlanırken...
Dışarıda ve içeride ‘direnişin haklılığını’ anlatmaya çabalamak zorunda kalıyoruz!
İçeride de neredeyse, ‘adli bir vukuatla’ karşı karşıya kalmışız havası yayılıyor!
Millet üzerine düşeni yaptı, yapıyor.
Direndi, şehit oldu, hainleri durdurdu. Emanetin bir ay nöbetini tuttu, siyasi iradeye teslim etti. Şimdi takibini yapıyor.
Lider üzerine düşeni yaptı, yapıyor;
Milletiyle direndi, siyasi birliği sağladı. Şimdi iktidarıyla, muhalefetiyle birlikte ülkenin arınmasına ve yeniden yapılandırılmasına liderlik ediyor.
Ama ‘devlet’ dediğimiz bir ‘mekanizma’...
Bu mekanizmanın işlemesi gerekiyor.
Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, dün Başbakan Binali Yıldırım’la görüşmesinden sonra şöyle dedi: “Bir ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı bir iPhone üzerinden televizyona çıkmak zorunda kaldı. Halkına bir çağrıda bulundu. Bütün insanların silahları olmadan sokağa döküldüğünü, vahşi darbe denemesine karşı çıktığını gördük. Türk ulusunun tarihinde şanlı bir sayfadır bu. Bu hayranlıkla izlediğimiz bir gelişmeydi. Darbeyi en sert şekilde kınadık. Üzerinden 48 saat geçtiğinde binlerce insanın tutuklanması bizi şaşırttı. Tutuklamaların ve darbeyi desteklediği ileri sürülen insanların bu kadar çabuk tespit edilmesi bizi düşündürdü. Sayın Yıldırım, darbe yapmak isteyen asker içerisindeki bir kanattan bahsetti. Sayın Yıldırım’a teşekkür ediyorum, bu konuyu bilmiyorduk ve gerekli tepkiyi zamanında veremedik.”
Şu söyleniyor;
“Batı darbeyi satın almıştı, bekledi, Türkiye direnip kazanınca teker teker geliyorlar.”
Doğrudur.
Ancak eksiktir.
Buraya gelip Başbakan’la, Cumhurbaşkanı’yla görüşmeleri mi gerekiyordu, bunları anlamaları için?
Türkiye’nin bütün dünya ülkelerinde temsilcileri yok mu?
Bulundukları ülkelerin liderlerini, yetkililerini bilgilendirmiyorlar mı?
Siyaseti, medyayı izleyip Türkiye aleyhine dalgayı görmüyorlar mı?
Türkiye’yi, gerçekleri anlatmıyorlar mı?
Oralardaki Türk toplumlarını, Türkiye ile ticari ilişkisi olanları, tatillerini Türkiye’de geçirenleri siyaset ve medya üzerinde bir ‘sosyolojik baskı grubu’ olarak değerlendirmiyorlar mı?
Görevini hakkıyla yapanlar var, biliyorum.
Ama daha fazlası, yeni bir bakış açısı, yeni bir yaklaşım gerekiyor.
Batılı liderler geç geliyor, gelmiyor...
“Anlamadık ama bir sorun bakalım, niye” derlerse?
Ne diyeceğiz?