Bilmem herkesin hayatında da kendisine örnek aldığı şahsiyetler var mıdır? Yalnız örnek almak değil farkında olarak ya da olmayarak etkilendiği şahsiyetler?
Benim akademik hayatımda olsun fikir ve siyaset hayatımda olsun etkilendiğim kimseler var elbette. Şimdi bunların sırası değil. Bugün sıra insanlık dersinde. Ben insanlık dersini en çok Rıfat Besceli’den okudum. Bu sahada onun 45 senelik talebesiydim. Ecel, onun hocalığına benim de ondan insanlık dersi tahsilime son verdi. 25 Ağustos Salı günü Allah’ın rahmetine emanet ettiğimiz bu gönlü geniş insanı nasıl anlatacağımı bilemiyorum.
Üniversite’de üçüncü sınıfa geldiğimizde bir önceki cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ile birlikte talebe yurdundan bir eve çıkmaya karar vermiştik. İmdadımıza Rıfat Abi yetişti. Fındıkzade’de bir evde kalıyordu, oraya taşındık. Daha sonra arkadaşlarımız arasında “Bodrum Palas” olarak anılacak bu ev, onun hem yardımseverliğinin hem misafirperverliğinin bir timsalidir benim gözümde. Ne çok arkadaşımızı ağırladı o ev, ne tartışmalar yaşandı o mekânda… Zaman oldu gece yarısı girip sabah erken çıktık, zaman oldu Cuma akşamları girip pazartesi sabahları çıktık. Biz vatanı o günlerde kurtardığımızı sanmıştık, olmamış, hala o gayretteyiz. Olsun, güzel günlerdi… Allah emeklerin boşa gitmeyeceğini vaad ediyor, bu vaade güveniyoruz. Rıfat Abi, hem çalışıyor, hem de her türlü sosyal aktivitenin en belirgin siması olmayı ihmal etmiyordu. Onun bizi teşvik edici tavrından güç aldığımızı belirtmeliyim. Abdullah Bey, MTTB’nin İcra Konseyinde uzun toplantılarla meşgulken ben de Basın Yayın Müdürü olarak Gençlik Bülteni’nin yazı işlerinden matbaa işlerine kadar her safhasını takip zorundaydım. Gece yarıları eve döndüğümüzde Rıfat Abi de ya bir sohbetten ya bir toplantıdan gelmiş olurdu.
Ne çok arkadaşı vardı. Kayseri’den gelen herkesin elinden tutardı. İstanbul’a bir vesile ile gelen herkes onu ziyareti ve onunla buluşmayı ihmal etmezdi.
Üstad Necip Fazıl ile muhabbeti derindi. Her zaman can kulağı ile dinler biraz da bizlere tercüman olarak sormak istediklerimizi o dile getirirdi. Üstad ona sevgisini “Sevgilim” diyerek belirtirdi. Erenköyü’ndeki evinde onun müstesna bir yeri vardı. Büyük Doğu Yayınlarından çıkan ilk on beş kitabı Üstad onun için “Sevgilime” diye imzalamıştır. Bunu o sıralar Üstadın bir nevi özel kalem müdürü sıfatıyla en yakınında bulunan birisi olarak biliyorum. Fındıkzade’deki bodrum katında iki yıl kaldıktan sonra rutubetten kurtulmak için Bakırköy’de bir eve taşınmıştık. Havaalanına yakın olduğu için Üstadı o evde misafir etmenin anısı Rıfat Abi’de derin izler bırakmış ve her zaman sevinçle anlatmıştır.
Çok yönlü bir insandı Rıfat Abi. Milliyetçiler Derneği bizim talebelik dönemlerimizde bilhassa kültürel faaliyetlerde çok canlı idi. Ben Fethi Gemuhluoğlu ve Saadettin Ökten gibi şahsiyetlerle Rıfat Abi ile gittiğimizde ilk orada tanıştım. Teknik Üniversite’den hocam olan Prof. Ahmet Nuri Yüksel ile orada karşılaşmanın bana verdiği sevinci anlatamam. Saadettin Ökten’den dinlediğimiz zikir eşliğindeki ilahilerin insanı kendinden geçiren havasını orada Rıfat Abi, Abdullah Bey ve ben birlikte soluduk.
Ben İstanbul’dan ayrılıp İzmir’e yerleşince irtibatımız biraz zayıfladı. O İzmir’e geldiğinde bana uğrar, ben İstanbul’a gittiğimde onu ziyaret etmeden yapamazdım. Uzun yıllar çalıştığı Refik Bürüngüz Cam Müessesesinden ayrılıp ağabeyi Rasim Bey ile yürüttükleri cam ticaretinde çok başarılı oldu. Sirkeci’deki iş yerinde bulmak zordu, çünkü iş peşinde koşar ve ancak akşamüstleri oraya dönme imkânı bulurdu.
Siyasete meraklıydı. Ak Parti İstanbul teşkilatının çeşitli kademelerinde görev yaptı. 2002 seçimlerinde milletvekilliğini kıl payı kaybetti. Abdullah Bey’in her zaman en yakınında bulunan kişilerden oldu. Evlenip Ankara’ya yerleşen kızı Behiye Hanım sayesinde onu Ankara’da daha sık görür oldum. Biraz uçak korkusu vardı. Onun için Ankara’ya eşi Binnur Hanımla beraber, yanında oğlu Mehmet yoksa kendi kullandığı araba ile gelirdi.
İyi bir futbol seyircisiydi. Bir ara Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu üyeliği de yaptı.
Hastalığı hızlı seyretti. Bir fıtık rahatsızlığı ile başlayan bu safha çeşitli tedavilerle sürdü. Verilen ilaçlar zaten az olan saçlarını bütünüyle dökmüştü. Şuuru son birkaç güne kadar yerindeydi. Ramazan Bayramında Abdullah Gül ile birlikte ziyaret etmiştik. Ne kadar canlıydı, hasta olduğuna inanmak zordu. Son olarak vefatından dört gün önce hastanede görüştük. Yakın arkadaşı Mehmet Bürüngüz’ün on gün kadar önceki vefatına üzüldüğü muhakkaktı. Karaciğere sıçrayan hastalık ona biraz konuşma zorluğu verse de ne olup bittiğini takipten alıkoyamamıştı.
Çok kimseye abilik yaptı. “Rıfat Abi” idi.
Babacan tavırları ve yardımseverliği herkesin gıpta ettiği bir haslet oldu onda. “Baba Rıfat” idi.
Cömertliği ve toparlayıcılığı anlatılır gibi değildi. “Rıfat Ağa” idi.
Ne çok seveni olduğu Erenköyü Zihni Paşa Camiinin tıklım tıklım dolmasından belliydi. Cenaze namazını kılmak bana da nasip oldu. Mezarına birkaç kürek toprak atarken “Allah’ım, rahmetinle kuşat onu” diye dua ettim.
Şeyh Galib’in vefat eden can dostu Esrar Dede için yazdığı, “Kan ağlasın bu dide-i dür-barım ağlasın” mısraıyla başlayan mersiyeyi ben Rıfat Abi niyetiyle okudum. Siz de okuyun. Allah rahmet eylesin.