Başbakan son günlerde CHP liderini doğrudan ve aralıksız olarak hedefine koymuş görünüyor. Siyasetin tabiatı sert ve hatta çatışmacı polemiklere bile elverir; bu durumda yadırganacak birşey yok. CHP lideri de zaten bu kuralı cömertçe işletiyor. Karşılıklı sertlik siyaseti tümüyle ikili eksene oturtmuş durumda.
İkisi de bu durumdan ne kadar memnun bilemiyoruz ama her ikisinin de başka konulara değinme seçeneği varken bunu tercih etmemelerinden bir anlam çıkarabiliriz.
Erdoğan gibi, siyasi polemiklerde acıması olmayan bir lider için Kılıçdaroğlu ile polemik play-off liginde üst üste maç kazanmak gibi bir şey olsa gerek. Hem en yakın rakibi hem de üstünlük sağlamak konusunda güçlükle karşılaşmıyor.
Dahası... Bu ikili düzen işledikçe iktidar partisi olarak zaten sürekli avantaj halinde kalacaktır. Başbakan için yeter ki rakip CHP olsun...
Peki, Kılıçdaroğlu başka siyasi yolları denemek yerine neden gerilim hattında kalmayı tercih ediyor. Buna mecbur kalıyorsa bile neden ikisini birden yapmıyor? Sonuçta iktidarın mesaisinde polemikle birlikte icraat da olduğuna göre ana muhalefet partisi de ikinci bir iş yapabilir.
Buna fazlasıyla imkanı ve zamanı da var üstelik...
Nasıl?
Ne zaman “yeni” CHP bahsi açılsa bu partinin sahici değişim için redd-i miras yapmaktan başka bir seçeneği olmadığını söylüyoruz. Sarsıcı bir öneri elbette ama Türkiye tümden yenilenmişken, siyasi rekabet şartları yeniden yapılanmışken ve özellikle de CHP’yi var eden güç ittifakları darmadağın olmuşken göstermelik bir değişim kimi inandırabilir?
Redd-i miras şarttır...
CHP, bütün Cumhuriyet tarihini kuşatan geçmişinde bir şey olmamış gibi geleceğe söz söyleyemez. Geçmiş bir yana ambleminde taşıdığı 6 okla yüzleşmeden de bunu yapamaz.
Yapanlar böyle yaptı nitekim. Sadece Türkiye’de AK Parti değil, CHP’ye daha anlamlı bir örnek olarak gelecek İngiltere İşçi Partisi de böyle yaptı.
Şu satırlar, Kılıçdaroğlu’nun da okuduğunu tahmin ettiğim eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in kendi siyasi biyografisini yazdığı “Bir Yolculuk” kitabından:
“Partide ‘Yeni İşçi Partisi’ ifadesi konusunda hararetli bir tartışma yaptık... Bir noktada, ‘yeni İşçi Partisi’ yazılsın diyenler bile oldu, yeni derken büyük harf olarak Y kullanılmayacaktı. Ve bu da sanıldığı kadar önemsiz bir nokta değildi: Yeni İşçi Partisi ifadesi büyük harfle yazıldığında gerçekten de partiye yeni bir isim verilmiş gibi oluyordu. Yakın arkadaşlardan bazıları bunun bir tepki doğurabileceği konusunda uyarıda bulundular... Sonunda yapalım bu işi diye düşündüm. Gerçekten bir tepki oldu ama kontrol edilebilir gibiydi ve büyük etki yarattı.”
CHP için 6 ok’tan herhangi biri neyse, İşçi Partisi için de tüzüğün ünlü 4. maddesi oydu. Bu madde mealen üretim araçlarının tam olarak devletin kontrolünde olmasını bir hedef olarak belirlemekteydi. Blair bu maddeyi nasıl değiştirdiğini de şöyle anlatıyor:
“Durumu kesin olarak anlamıştım. Eğer değişim reddedilirse işim bitmiş demekti. 21. yüzyıla yaklaşırken Berlin Duvarı’nın yıkılışından beş yıl sonra, Komünist Çin bile ‘sosyalist piyasa’ ekonomisini kabul etmişken, eğer Britanya İşçi Partisi üretim araçları, dağıtım ve değişimin devletin elinde olması gerektiğini savunuyorsa ciddi değiliz demekti bu... 1994’te Dördüncü Madde’nin değiştirileceğini açıkladım, 1995’te uzmanlıkları destekleyeceğimiz ve iş dünyasıyla iyi geçineceğimiz mesajını verdik.”
Değişim için Britanya’ya kadar gitmeye gerek yok elbette. Ama örnek örnektir...
“Yeni” demekle yeni olunmuyor; Kılıçdaroğlu CHP’si bunu gösterdi. Yeni olmak için sadece bunu tekrarlamak değil inandırmak, ikna etmek de lazımdır. Dolayısıyla, lider olarak risk almak lazımdır.
CHP lideri, risk almak yerine kendisini siyasi polemiğin şehvetine kaptırarak telafisi imkansız zamanları harcamaktadır. Tablo da budur.