Avrasya Kadınları ile ilgili bir belgesel çalışmasında kurguya yardımcı olmam için çağırdılar. Üsküp Radyosu’nun kıdemli programcısı Seyhan Yakubi Hanım’la yapılmış bir mülakattı. “Vatan sevgisi Helal’dir, sevgi helalse güzeldir...” diyordu. Doksanlarda Türkiye’deymiş görevi Seyhan Hanım’ın, Ankara’da Tıp Fakültesi’ni yeni bitirmiş bir Afgan genciden bahsediyordu: “Onu parlak bir kariyer bekliyordu Türkiye’de kalabilirdi, lakin o, Babasının Afganistan’daki savaşta şehit düştüğünü, memleketine ve babasına bir borcu olduğunu, bu sevgisini helal kılmak için dönmesi gerektiğini söylemişti” diyor Seyhan Hanım...“Sevgi” bizim dilimizde genel çerçevesi iyilikle çizilmiş pozitif bir içeriği haizdir. Sevgiyi, “helal” gibi bir açılımla tetkik ettiğimizdeyse karşımıza bambaşka bir hukuk terazisi çıkar. Ki, helal; sevgiyi delişmen bir tutku olmaktan çıkaracağı gibi, hobi manasında bir etkisizlikten, temenni anlamında bir zayıflıktan da kurtarır... Sevgi, emek ve sorumluluk anlamlarını da kuşanır, şayet helal ise...
***
Hafta içinde Çağlayan Adliyesi’nde yaşanan menfur saldırıda şehit verdik Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı. Allah’tan rahmet diliyoruz, kederimiz derindir. Lakin geçen gün hiçbir vicdanın da kolay kolay kabul etmeyeceği bir iş yaşandı aynı Adliyede, üstelik acımız henüz daha çok yaşken... Avukatlarımız, güvenlik taramasını kabul etmediler, x-ray cihazlarını söktüler, arbede çıktı. Oysa sadece bir iki gün evvel güvenlik taramasını kolayca aşarak vurmuşlardı Savcı’yı teröristler. Haberi birlikte seyrettiğimiz on-on beş kadar mahalle sakini hanım, hayret ettiler bu işe, ağızlarını elleriyle kapatarak... “ Ne yapmak istiyor bu avukatlar, yoksa yine mi savcıları vuracak birileri?” diye sordular şaşkınlık ve korku içinde... Elimden geldiğince onları yatıştırmaya çalıştım, neticede ben de bir avukattım. Meslektaşlarımızın düşüncesizce ve halkın hassasiyetlerine yabancı bu tavırlarıyla başa çıkabilmek hiç de kolay değildi... Mahalledeki hanımlar hiç tanımadıkları halde şehit Savcı için hatim okumaya karar vermişler. Onun helal lokmayla, binbir çileyle büyümüş bir evlat olarak vatana millete hizmet ettiğini söyleyip duruyorlardı, niçin kıymışlardı ki ona... “Helal midir şimdi şu avukatların yaptıkları?” diye soruyorlardı bana da... Açık söyleyeyim; benim de tasvip etmediğim bu işe, “helal”cihetinden bakmamıştım hiç... Helal, sanki tartısını ahrete ertelediğimiz, içki, faiz ve domuz etine yaklaşmamakla sınırladığımız, ilahiyat fakültelerindeki fıkıh derslerine tevdi ettiğimiz bir uzak mefkureymiş gibi bize... Oysa hayatın atan kalbi mesabesinde olması gerekmiyor mu “helal”in...
***
Çoğu hekim olan bir grup arkadaşım, Bergama Çobanlar Köyü’nde tanıştıkları yoksul bir aileye destek konusunu yazışırlarken fark ettim diğer hadiseyi. Mağarayı andıran taş bir yapının içinde yerde odunlar üstüne yerleştirilmiş boş bir kazan, anne baba zihinsel özürlü, çocuklar taşımalı eğitimle gidebildikleri okulda güçsüz, takatsiz. Öğretmen hanım öğrencilerinin halsiz, sağlıksız hallerini araştırınca yaşanan drama tanık oluyor. Bir şekilde hekim arkadaşlardan destek isteniyor. Dayanışma ve yardımlaşma için çok zengin olmaya gerek yok aslında, her şeyi devletten beklemek de gereksiz. Ama az ama çok, kazancımızın “helal”ini pekiştirebilmek için, yediğimizi kirden pastan arındırabilmek adına, “helal”den infak etmek gerekiyor. Sadece zekattan veya vergiden mi ibaret “helal”e dair arınma? “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” dememiş miydi Hz. Peygamber? Hayatı helal kılmak gibi bir derdimiz olmalı bizim... Çapa’da 5 liralık kıyma alan bir anneyle karşılaştım, iki adet köfte, kızı okul gezisine gidecekmiş yol azığı olsun diye.
Hz. Ömer’den bir cümleyle bitirelim: “Dağlara buğdaylar serpin; Müslüman bir ülkede ‘kuşlar aç kaldı’ demesinler.”