Bir yıl kadar öncelerde Rusya'nın saldırısıyla başlayan 'Ukrayna-Rusya Savaşı' patlak verdiğinde, Finlandiya ve İsveç'in de, Rus namlusunun ucunda oldukları korkusu bu iki ülkenin de NATO şemsiyesi altına girmek isteğini güçlendirmişti. Hattâ bu konu gündeme geldiğinde, Rusya lideri Putin bu iki ülkeyi tehdit ve NATO'nun bu ülkeleri koruyamayacağını bile iddia etmişti.
Ancak, NATO'ya üye olmak isteyen bir ülkenin, bütün üye devletlerin oy birliğiyle kabulü gerekiyor.
Bu durumda, Türkiye bu iki ülkenin üyeliğine 'EVET' diyebilmesi için, bu ülkelere sığınmış olan bazı TC vatandaşı teröristlerin iadesi veya orada barındırılmaması şartını ileri sürmüştü.
Bu, gaayet tabiî idi de.. Çünkü, sen Türkiye ile NATO'da müttefik olmak isterken, onun düşmanlarına himaye kanatlarını açarsan, bu durum, kabul edilemezdi.
Tam bu sırada, Rasmus Paludan isimli bir ırkçı ve İslam düşmanı, ilkel bir yaratık, siyasetçi Türkiye'nin Stockholm B.elçiği önünde Müslümanların kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim'i yaktı ve bu alçakça eylem, Danimarka ve Hollanda'da da devam etti. Üstelik o ülkeler, 'ifade özgürlüğü' diyerek bu alçakça eylemleri polis güçlerinin kontrolü altında gerçekleştirdi.
Şimdi, Türkiye, 'Kur'an yakılması'nın yasaklamadığı' sürece İsveç'in üyeliğini kabul etmeyeceğini açıkladı.
Ve Avrupa ve Amerika'daki medya organları ve hattâ Katolik Kilisesinin lideri Papa Franciscus ve de Ortodoksların lideri Patrik Bartholomeos da bu komik ve ilkel eylem aleyhinde, seslerini çıkarmadılar..
(Bu arada, Finlandiya Dışbakanı, bu 'Kur'an yakma eylemi'ni, Türkiye'nin o ülkelere karşı tahrik edilmesi için, Rusya'nın tezgâhlamış ve NATO'da bir gedik açmak istemiş olabileceğini söylemesi de ilginçti..)
*
Yıllarca Amerika'nın BM'deki Baştemsilcisi ve sonra Trump zamanında da Ulusal Güvenlik Başdanışmanı olan ve de 15 Temmuz 2016'daki Askerî Darbe Hıyaneti sırasında, kendisine 'Türkiye'de neler oluyor..' denildiğinde, Amerikan tv. kanallarında, 'Evet, bir askerî müdahale oluyor.. Askerler galip gelirse, laiklik güçlenir; Erdoğan galip gelirse, laiklik zayıflar.. Erdoğan düşerse, onun için gözyaşı dökmem.. O, Amerika'nın düşmanı!.' diyordu. Bu kişi, geçen hafta da, 'NATO'yu feshedelim, yeniden kuralım ve Türkiye'ye yeni NATO' da yer vermeyelim..' diyordu..
Üç sene önce de Amerikan Başkanı Biden da, 'Türkiye'nin Amerika'nın Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika'daki siyasetleri bizim menfaatlerimize aykırı bir yol takip ediyor ve içerdeki muhaliflerle işbirliği yaparak onu iktidardan indirmeliyiz..' diyordu.
Emperyal dünyanın medyaları ise, Erdoğan deyince, hemen ve devamlı diktatör nitelemesi yapıyor.
Nitekim, İngiltere'de yayın yapan The Guardian gazetesinin dünkü sayısında, 'Türkiye'nin iki yüzlü 'Padişah'ı Batı'nın dostu değil; daha fazla cezasız kalamaz.' başlığıyla yayınlanan makalede, düşmanlığın bütün ifadeleri dile getirildi. The Guardian da The Economist, Der Spiegel, Stern, Bloomberg, Foreign Affairs ve Foreign Policy gibi stratejik yayınlardan geri kalmamak için, geç bile kaldı..
Nitekim, Amerikan emperyalizminin stratejik yayınlarında olan Foreign Policy de 'NATO Türkiye'nin Şantajına Karşı Durmalı' başlıklı yazıda Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılımında son durak konumunda olduğunun altı çizildi.
Türkiye'de 'Türkiye, Libya ile bir enerji anlaşması imzaladı. NATO müttefiki olan Yunanistan'a karşı saldırgan söylemler ve güç gösterileri kullanıyor.'
Yunan Ta Nea gazetesi de, Erdoğan'ı, 'NATO içindeki Truva Atı' olarak nitelemekte..
Rus gazetesi Moskovsky Komsomolets de Türkiye'nin, "Moskova'nın her zaman yalnızca kendisine aid olduğunu düşündüğü siyasî alanda benzeri görülmemiş bir atılım" gerçekleştirdiğini bildirdi.
Bir Rus düşünce kuruluşunun başkanı Ruslan Pukhov da, savaşın sonucunun Rusya için "felâket" olduğunu söylüyor. Financial Times'a verdiği beyanatta, "Acı gerçek şu ki, Moskova'nın trans-Kafkasya bölgesindeki etkisi keskin bir şekilde azalırken, başarılı ve hırçın bir Türkiye'nin prestiji inanılmaz derecede arttı" diyordu.
Bütün bu yazılanlar gösteriyor ki, emperyalist dünya, Tayyib Erdoğan'lı bir Türkiye'yi ve Tayyib Erdoğan'ın inanç değerlerini paylaşanlardan hoşlanmıyor ve onları düşman olarak biliyor. Bu duygu, emperyal dünyada hele de özellikle 11 Eylûl 2001 günü Amerika'da meydana gelen korkunç saldırılar sonunda yükselen 'İslamofobi' / İslam korkusu' hâlâ da hükümfermâ..
Son günlerde, hiç bir gerekçe göstermeden, 8-9 NATO ve AB ülkelerinin elçilik ve konsolosluklarını kapatıp gitmeleri, seçim öncesinde Erdoğan Türkiyesi'ni güçlü bir ülke değil, huzursuz bir ülke halinde göstermek taktiği olsa gerek..
*
NATO çevreleri ise, Amerika'dan sonra en büyük askerî güç olan Türkiye'nin NATO'dan çıkarılması halinde, NATO'nun büyük bir güçsüzlükle karşılaşacağı korkusunu dile getiriyor. Putin ise, Ukrayna'da hesap edemediği bir bataklığa saplanmış olmanın çaresizliği içinde 'Türkiye'siz bir NATO'nun güneydoğu kanadında meydana gelecek güç boşluğunun kendileri için altın tepside sunulacak bir imkân olacağını biliyor.
*
Böyle bir durumda, Erdoğan Türkiye'sinin Amerika ve NATO çevrelerine istek ve dayatmalarına teslim olmaksızın, Rusya- Ukrayna Savaşı'nda -başta Kırım'ın işgali konusunda- kendi görüşlerinden geri adım atmaksızın, her iki tarafla da konuşan tek dünya lideri olması, emperyal güç odaklarının kabullenebileceği bir durum değildir. Çünkü, bu şahsiyetli siyasetle Müslüman toplumlar da böyle bir liderin olmasından dolayı, gurur duyuyorlar..
*