Çok değil, daha birkaç ay öncesinde, PKK, Öcalan üzerinden silahsızlandırılıp, normal demokratik sürece entegrasyonu düşünülen bir örgüttü. Haziran seçimlerinde HDP’ye oy veren Kürtler’in ekseriyeti bu düşünceyle hareket ettiler ve HDP’ye oy verdiler.
Oy vererek de, PKK’den gelen ‘barajı aşmazsak iç savaş çıkar’ tehditlerine bir cevap vermiş oldular.
Seçmen ‘İç savaşa gerek yok, sorun barajsa ben sana bu barajı atlatacağım’ demiş oldu.
Ama Haziran seçimlerinden hemen sonra, PKK içinde başlayan huzursuzluk, ateşkesin bozulmasıyla sonuçlandı.
HDP, 80 milletvekiliyle mecliste güçlü bir temsil olanağı buldu, meclis bu temsili taşımaya hazırlanıyordu ki, PKK, HDP’nin bu güçlü temsiliyetinin yol açacağı siyasi sonuçlardan endişe etmeye başladı. Ateşkesin bitirilmesi bir bakıma bu endişe ve korkunun eseriydi.
PKK, kuşkusuz, HDP’nin AK Parti’nin iktidarına son vermesini ve barajı aşmasını istiyordu. Ama AK Parti’yi tek başına iktidar etmekten yoksun bırakmak için girişilen oyunun PKK’ya da bir maliyeti olacağını tahmin etmek zor değildi. Madalyonun bu başka yüzü o telaş içinde akla gelmemiş olacaktı ki, bilhassa Kürt seçmen, HDP’ye oy verip barajı aşmasını sağlayarak, silahlı mücadelenin tasfiyesine giden yolu da açmış oluyordu.
Kürt seçmen, aslında, seçim sürecinde tercihini yaparken, HDP ve PKK arasında doğru bir ilişki kurmuştu. HDP mecliste güçlenirse, Türkiyelileşme iddiası daha geniş kesimlerde kabul görüp desteklenecek ve çözüm sürecinin nihai hedefi olan PKK’nin silahsızlandırılması aşamasına bir adım daha yaklaşılmış olacaktı.
Nitekim seçimden sonra yapılan kamuoyu araştırması, HDP’ye oy verenlerin %84’ünün PKK’nin silah bırakmasını istediğini ortaya koyuyor.
Peki PKK’nin silah bırakmasını istemeyen bu geriye kalan %16’lık grup kimlerden oluşuyor diye sorulabilir.
Bu kesim, HDP/PKK’yi yöneten siyasi/askeri bürokrasidir.
Hareketin getirdiği ekonomik imtiyaz ve imkanlardan sonuna kadar yararlanan ve ‘savaş mağdurları’ kitlesi içinde yer almayan bu bürokrasi, PKK’nin silah bırakmasını istemiyor. Ama mağdurlar, savaşın faturasını kırk yıldır ödeyenler ve ödemeye devam edenler, PKK’nin Öcalan’ın kontrol edeceği bir programla silah bırakmasının mümkün olduğuna inanıyor ki, bu kesim, çözüm sürecini zaten bu inançla destekledi.
Böyle düşünen bir kitlenin, yeni maceralara atılmaya, yeni savaşları desteklemeye hiç mi hiç niyeti yoktu.
‘Savaş mağdurları’ kitlesi, yani HDP’nin ana gövdesi, özerklik ilanlarının arkasında bu yüzden durmadı ve ‘devrimci halk savaşını’ desteklemedi.
Mesela, Selahattin Demirtaş, Midyat’tan Cizre’ye geçerken, halk kahvelerde oturup seyretti. Kılını bile kıpırdatmadı.
Ama Selahattin Bey etrafı hendeklerle ve silahlı gruplarla çevrili özerkliğin sınırlarına doğru yaptığı bu yolculuğunda yalnız değildi elbette. Yaklaşık 150 araçlık konvoyunun yarısına yakın kısmı, Mercedes, Audi gibi lüks araçlardan oluşuyordu ve şüphesiz o araçlarda, savaş mağdurları değil, mağdurların siyaseti üzerinden konforlu bir yaşam sürenler oturuyordu..
Demokratik özerklik yani bugünkü şartlarda siyasi sistemden fiili kopuş anlamına gelen ‘bir isyan provası’nın halk tarafından desteklenmemesi, aslında PKK ve HDP için kesin bir yol ayrımı demek.
Ya HDP, tamamen PKK’leşecek ya da HDP’nin PKK’den kurtulması gereken bir örgüt olduğu gerçeği kabul edilerek, yeni bir tartışma başlayacak.
Tesadüf değil elbette. Türkiye daha dün PKK’nin muhtemel bir silahsızlanma programından sonra HDP’lileşmesini konuşuyorken, gazete köşelerinde şimdi ‘HDP, Kürt halkı için PKK’dan kurtulmanın bir aracı olabilir mi’ başlıklı yazılar yazılıyor (Yeni Şafak, Atilla Yayla)
HDP, PKK’den kurtulmak ister mi ya da sırf HDP istedi diye bu kurtuluş mümkün olabilir mi, bu ayrı bir mesele ama hem HDP’yi, hem bölge halkını ‘PKK’dan kurtarma’ gibi bir fikrin tedavüle girmesi bu siyaset için, sonun başlangıcı anlamına geliyor.
Bu seçimlerde, en çok konuşacağımız konu bu olacak, bu konuya PKK’nin Kürt kimliğinin inşasıyla yaşadığı çatışmayı da ekleyebilirsiniz.
Çünkü PKK-eğer istiyorsa tabi-HDP’nin sahip çıkması ve savunması gereken demokratik siyasetin önünde engel olmakla kalmıyor, Kürtler’in Türkiye’de eşit vatandaşlık taleplerinin önünde de ciddi bir engele dönüşmüş bulunuyor.