7 Haziran’dan sonra tarz değiştirerek başlayan PKK terörüne devlet en üst seviyeden karşılık verdi. İlk kez karşılaştığı yaşam alanlarında sivil kayıpların oluşmasını hedefleyen hendek stratejisini çökertmeyi başardı.
Sivil alanda terörle mücadele gibi çok zor bir işin üstesinden gelmeye çalışırken aynı zamanda terörün uluslararası destekçi ve meşrulaştırıcılarına karşı da amansız bir psikolojik savaş vermek durumundaydı. PYD-PKK arasındaki ilişkide ısrarcı olması bu anlamda çok önemli bir aşama oldu Türkiye açısından. 2 yıl önce PYD’nin Suriye’deki varlığı üzerinden PKK’nın terör listesinden çıkartılması konuşuluyorken bu sefer PKK üzerinden PYD’nin terör örgütü olarak tescillenmesi gündeme geldi.
Bu süreç, Türkiye’nin sahada verdiği terörle mücadelede değil sadece diplomatik alanda da kapasite genişlettiğini gösteriyor. Üstelik müttefiklerinin PYD’ye açık desteğinin olduğu bir dönemde bu konudaki net tavrını dayatabildi. Kendi kırmızı çizgilerini masada sonuna kadar muhafaza etmeyi başardı.
“Masaya dönülsün, çözüm süreci canlandırılsın” çağrıları ise tam da PKK’nın askeri alanda güç kaybederek kaçış stratejileri geliştirmeye başladığı, Kürt halkının Hendek savaşında PKK’nın yanında olmadığını kesin olarak gördükleri bir vakitte devreye girdi. PKK ile mücadelede hiçbir şekilde geri adım atılmayacağı artık anlaşıldığında ise HDP dokunulmazlık konusunda başta ortaya koyduğu tavırdan yan çizmeye başladı.
Dokunulmazlıklar kaldırılırsa veremeyecek hesabımız yok diyen hatta dokunulmazlıklarının kaldırılması için dilekçe vereceklerini söyleyen Demirtaş bu sefer de “Tek bir arkadaşımız kendi ayağı ile ifade vermeye gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilir. Bu iş öyle kolay olmayacak. Zannediyorlar ki ‘dokunulmazlıkları kaldırırız, tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız.’ Yok öyle yağma, bunun siyasi faturasını siz ödeyeceksiniz” demeye başladı.
Terör sürecinde siyaseten iddiasını tümden yitirdiği için “şiddeti derinleştirme” misyonunu daha da abarttı. Dokunulmazlıkların gündeme geldiği kavgalı komisyondan PKK sloganlarıyla ayrılmaları ve grup toplantısında Demirtaş’ın Meclis’e meydan okuyarak “Arkadaşlarımız tutuklanır, milletvekilliklerinin düşürülmesine kadar gidilirse, hiçbir seçenek bizim açımızdan tartışılmaz olmayacaktır. Parlamentoyu partiler değil, halk kurar. Halk isterse birden fazla parlamento da kurar” demesi hukuku, dokunulmazlıkları da aşan bir yola mecbur etme amacı taşıyor. HDP’nin artık kaybedecek bir şeyi yok. 7 Haziran öncesindeki “Türkiyelilik” iddiasının yerinde yeller esiyor.
“DAEŞ’le mücadele ediyoruz” diyerek milliyetçilik duygularını da sömüremiyorlar artık. Bunun kocaman bir yalan olduğunu herkes biliyor. “PKK’ya biz silah bıraktıracağız, AK Parti değil” diyen Demirtaş’ın geldiği nokta ortada zaten.
“Barajı aşarsak AK Parti ve Erdoğan iktidarına son verebiliriz” hayalleri ise çoktan suya düştü. HDP artık şiddeti Meclis’e taşıyabilmenin yolunu arıyorlar.
Merhamet yorgunuyuz!
Suriye hakkında çok yazıp çiziyoruz, savaş Türkiye’yi yakından ilgilendirdiği için evet çoklarına göre daha duyarlıyız. Ama biz bile artık merhamet yorgunu olduk. Aylardır Halep’teki insani dramı anlatıp dururken iki haftadır devam eden ve çoluk çocuk yüzlerce sivilin katledilmesi karşısında garip bir sessizliğe büründük. “Çaresizlik sessizliği”, “merhamet yorgunluğu”, adına ne dersek diyelim Suriye insani yönlerimizi de törpülüyor. Katliamların sıradanlaşması ve dünyanın sadece seyretmesi karşısında insanın içine yuvarlandığı duygu... En tehlikelisi o duygu işte. Çığlık çığlığa bağırıp da sesini duyuramamak ve savaştan çıkarı olanlar tatmin olmadan bu dramın bitmeyeceğini bilmek...
Savaşın devam ediyor olmasının bir sebebi de bu, Müslümanları radikalleştirmek...