HDP kelimenin tam anlamıyla bir ‘barajlar’ partisi. Uzunca bir zamandır normalleşmesini tamamlayamamasında ve başı sonu belli bir siyasal çizgiye oturmamasında vesayet rejiminin gadrine uğraması kadar, kendisinden kaynaklı sorunların da doğrudan, hatta daha fazla etkisi bulunmaktadır.
HDP’nin bu anlamıyla kolaylıkla başarı elde ettiği alan ise kendisine ait sıkıntıları ortadan kaldırmaktan ziyade, vesayet rejiminin çıkardığı engelleri aşmak oldu. ‘Siyasal, demografik, örgüt ve seçim barajları’ şeklinde sıralanabilecek engeller içinde en rahat çözdüğü sorununun ‘seçim barajı’ olmasına şaşmamak lazım.
HDP açısından Türkiye’deki seçim barajının hiçbir anlamı olmadığını, bağımsız adaylarla Meclise girerek kurdukları grup çoktan ispatlamış durumda. Böylesi bir baraj olmasa bile, kendi eliyle etnik milliyetçiliğe tam anlamıyla ram olmuş bir partinin hem demografik hem de coğrafi iki barajı daha bulunmakta.
Yalnızca Kürt milliyetçiliği üzerinden siyasal temsil sağlamaya çalışmanın oldukça doğal bir neticesi olarak coğrafi bir baraj ortaya çıkmaktadır. Bugüne kadar bu barajı aşmak için -Cumhurbaşkanlığı Seçimleri hariç- çok özel ve özde bir girişimlerinin olduğunu söylemek de mümkün değil. Aksine, coğrafi barajı bir güvenlik stratejisi dâhilinde ele alarak kendilerine konforlu bir alan yarattıklarını söylemek mümkün. 6-7 Ekim’de sergiledikleri tutum bunun en sıcak ve canlı delili oldu.
Benzer şekilde, en ilkel siyasal motivasyon aracı olan milliyetçilik üzerinden kurguladıkları pozisyona Kürt demografisinin büyük bir kısmını bağlayamamış durumdalar. Bu durum, vesayet rejiminin Kürtlere reva gördüğü onca zulümle beraber düşünülünce, sorunun ya da başarısızlığın mahiyeti daha iyi anlaşılabilir. Kürtlerin birinci tercihi olmamanın HDP açısından aşılması gereken ciddi bir baraj olduğu ortada. Daha fazla Kürtlükle bu barajın aşılmayacağı, tam tersine daha güçlü hale geldiği de aşikâr.
Bu noktada, inşa ettikleri siyasal dil ile Kürt sosyolojisi ve Türkiye’nin diğer kesimleri arasında bir ünsiyet kurulamadığı ortaya çıkıyor. HDP-PKK elitlerinin dili ile ortalama bir Kürt’ün yaşam tarzından sadır olan dil ancak ve ancak Kürtlük üzerinden -hem de sadece travmalar parantezinde- kendisine bir kesişme alanı bulmaya devam ettikçe, bu durumun değişmesi için de bir sebep bulunmuyor.
Çözüm Süreci’nin 2009’dan bu yana serencamına bakıldığında, HDP’ye ait bir ‘barajın’ etrafında dönülüp durulduğu görülür. Bu baraj silahlardan başka bir şey değil. Bu bağlamda, en büyük gücü olarak düşündüğü silahların altında ezilen bir hareketin derin normalleşme sancılarının sebep olduğu krizler yönetilmeye çalışıyor.
Silahın sebep olduğu tıkanma, HDP’nin diğer üç barajının da yerli yerinde durmasının ana kaynağı. İşin yine hazin yanı, bir güç aracı olarak kodladığı silahın namlusunu da kendi kafasına dayamış durumda olması. Kendi kendisini rehin almış bir hareket ikna edilerek tarihsel ve sosyolojik eşzamanlama krizi bitirilmeye çalışılıyor.
HDP’nin en azından barajlarının bazılarını aşabilmesi silahtan vazgeçmesine bağlı. Lakin tıpkı diğer barajlarını; kurtulması gereken zincirler yerine, güç ve siyasal konfor devşirdiği birer sermaye olarak değerlendirmeye devam ettiği sürece, silahlardan kurtulması için gerekli rasyonalitenin ortaya çıkması mümkün görünmüyor.
HDP açısından barajların röntgeni çekildiğinde kendi elini kolunu bağlamış bir hareketin travmasını görüyorsunuz. Siyasal, coğrafi ve demografi barajlarını aşmaları kısa vadede zaten mümkün değil. Bu yönüyle silahlara veda etmek, bütün Türkiye’ye sağlayacağını büyük iyiliğin yanında, asıl olarak HDP açısından özgürlüğüne kavuşma ve normalleşme vesilesidir.
Bu aşamada, silahsızlanmayı ısrarla bir al-ver dünyasına hapsetme girişimlerinin, aynı zamanda özgürlüğü ellerinin tersiyle ittikleri manasına geldiğini anlamalarını umut etmekten başka çaremiz de yok.