Farklı isimler altında olsa da PKK’ya yakınlığını ya da kendi ifadeleriyle sosyolojik bağlarını inkar etmeyen; hatta bunu kendi siyaset zemini olarak tanımlayan çok sayıda siyasi parti oldu bugüne kadar. Son olarak BDP sahnede, bir de ortaya çıkan yeni siyasi organizasyon: HDP.
Tüm bunlar bize ne söylüyor? Daha açık bir ifadeyle Türkiye Kürtlerinin bir bölümünü temsil eden örgüt ve siyasi partilerin, daha geniş kesimlere hitap eden bir arayışı olduğunu mu düşünmeliyiz; bunun cevabı gerçekten önemli.
2011 Haziran seçimleri öncesinde BDP aday listesini açıkladığında, orada yer alan kimi isimler üzerinden Kürt siyasetinde yeni bir dönemin başlayabileceğini bekleyenler hayli fazlaydı. İhtiyatlı olmakla birlikte Kürt solundan muhafazakarlara, hatta İslamcı diye tanımlanan isimlere kadar geniş bir yelpazeyi görünce, bunun ciddi bir başlangıç olmasını diledim.
Peki ne oldu? Partinin daha geniş kesimlere taşınmasını sağlayacak isimler, merhum Şerafettin Elçi dışında, partiden çok partici, hatta örgütten çok örgütçü olarak adeta intihar ettiler.
Şimdi şikayet eden ve BDP’nin dindarlara kapısını kapadığını söyleyen isimler, özellikle Altan Tan, kendisine şu soruyu neden sormuyor: Partiye katıldığı andan itibaren, mevcut söylemin farklılaşmasından dindarlara hitap etmeye kadar hangi konuda adım attı? Yoksa aksine parti içindeki yerini daha sağlam kılmak için kendisinden beklenmeyen bir söylemle mi sahneye çıktı?
Yeni bir siyasi parti kurmak, onu tarif ederken çatı partisinden söz etmek, geniş kesimlere ulaşmayı hedeflemek, bunların hepsi önemli. Ancak mevcut isimler ve onların olup biteni tersine çevirme konusunda ısrar eden söylemleri, buna izin verir mi, gerçekten çok zor.
Hemen sınırlarımızın ötesinde Irak Kürdistan Demokrat Partisi ve Suriye’de PKK’nın ortağı olan PYD arasında yaşanan gerilim, kuşkusuz bu coğrafyada en fazla Türkiye’yi ilgilendiriyor. Ama aynı zamanda Türkiye Kürtlerinin yakın geleceğinde son derece önemli bir gelişme olarak görünüyor.
Çok sıkça ve açık bir dille, Türkiye’nin sadece kendi içindeki değil, Irak ve Suriye’deki Kürtleri içine alan yeni bir söylem ve pratikle kuşatması gerektiğini, bunun tarihsel dinamikler ve ortaklıkların yanı sıra geleceğe dönük bir kader birliğini içermesinin zorunlu olduğunu ifade ettim.
KDP ve PYD kuşkusuz farklı siyasi kodlar üzerinden ciddi ayrılıklar yaşayabilir. Hatta bu durum zaman zaman çatışmaya da dönüşebilir. Bunu bir ortak zemine ve gelecek kurgusuna dönüştürme sorumluluğu Türkiye’nindir ve ancak bunu başarabildiği takdirde bu yakıcı süreçten güçlenerek çıkabilir.
Tekrar yazının girişindeki soru ve sorunlara dönersek, BDP’den HDP’ye uzanan arayışın, geçmiştekini aratmayan ayrıştırıcı bir dille sahnede olması, sadece kendilerini değil, aynı zamanda bölgedeki Kürtleri de doğrudan etkileyecektir. Bunu dikkate alırlar yahut almazlar, elbette kendi tercihleri. Ama herhalde sonuçlarının ne kadar geniş bir alanda ortaya çıkacağını öngörecek kadar tecrübe sahibi oldular bugüne kadar.
Çok ilginç ve bir o kadar da hayati önemde bir soru daha var. HDP’nin ortaya çıkış sürecinde CHP’den kimi isimlerin de bir şekilde anılması, sıradan birkaç transferin ötesinde anlamlar taşıyor mu acaba? Daha açık soruyla, CHP’den Kürt sorununa daha aktif ve geniş kesimleri sürecin içine alan bir yaklaşım bekleyebilir miyiz?
Bunu konuşmak için erken filan değil, aksine çok geç kaldık. Umut mu, kimbilir!