Dokunulmazlıklar gündemiyle birlikte, HDP’nin varlığı ve siyasal, toplumsal haritamızda nereye oturduğu tartışmasının da yapılması gerekiyor. Zira açıkçası HDP, siyasal bir acemilikle, dokunulmazlıklar tartışmasının kendisi açısından bir meşruiyet veya varlık-yokluk krizi oluşturacağı intibaından ziyade; siyasal bir vurdumduymazlık içerisinde ve dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ‘yeni bir çıkış yakalamak istediği’ izlenimi vermeyi engelleyemedi. Hâl bu olunca da, HDP, 1990’lardaki dokunulmazlıklar tartışmasını ne kadar yeniden tesis etmek isterse istesin, arzuladığı siyasal karşılığı bulamadı. Bu durum ise bir süredir ‘Kürt meselesinde zulüm eden ve mağdur olan aktörlerin’ radikal bir -yer- değişiminden kaynaklanıyor.
HDP milyonlarca seçmenin verdiği desteğe, Türkiye’nin 2002 sonrası yaşadığı büyük dönüşüme, Kürt meselesindeki değişime rağmen meşruiyet kaynağını ısrarla gayrı meşru çizgide aradığı için, ergen bir tavırla ‘dokunulmazlık süreci başlasın’ diye elinden geleni ardına koymayan aktif bir tavır sergiliyor. Tam da bundan dolayı, tıpkı PKK gibi, anakronik bir tavırla 1990’ların yeniden canlanmasını bekliyor. Bütün terörizm dalgasına, kanlı süreçleri şehirlere ve evlere taşımış olmasına rağmen PKK’nın canlandıramadığı 1990’ların, aynı yıllarda durdurdukları saatlerine bıkmadan sürekli bakarak ortaya çıkmasını bekliyorlar.
Ama bir türlü olmuyor. Olmadığı gibi, HDP içerisinden, vesayet rejimi ile Türkiye’nin gösterdiği yüzleşme cesaretinin kırıntısını bile göstererek, PKK’nın merkezinde olduğu çılgınlığa açıkça tavır alacak bir tek ses de çıkmıyor. Bu sesin çıkmamasının rasyonelleştirilmesine harcadıkları entelektüel emeğin onda birini, sadece 2016 senesinde olduklarını fark etmeye ve etraflarında olan bitene harcamaya pek niyetleri olmadığı da anlaşılıyor. Bu durumun en sarih delili ise dokunulmazlık tartışması yapılana kadar HDP’nin neredeyse varlığının bile fark edilmez hale gelmiş olmasıdır. Öte yandan HDP, dikkatlerin üzerine çekilmesinden nasıl bir anlam çıkaracağı konusunda da fazlaca ümit vermemekte, aksine ‘siyasal erozyonunu’ daha da hızlandıracak bir ergen vurdumduymazlığını yükseltme işaretleri göstermektedir.
Kaldı ki gelinen aşamada, HDP’nin dokunulmazlık krizinden bağımsız olarak yaşadığı anlamsızlaşma ‘konjonktürel, yani salt terörle alakalı bir sorun’ da değil. Hatta zannedildiğinin aksine, PKK terörü karşısında sergilediği tavırlar HDP anlamsızlaşmasının en sıradan başlığını oluşturuyor. Elbette HDP tarzı bir partinin var olmasının özel bir sakıncası yok. Kriz, aynı partinin Kürt meselesi bakiyesi üzerine yaslanarak var olmasıyla başlıyor. Zira hem Kürt meselesiyle hem Kürtlerle hem de Türkiye ile kurduğu zihinsel ilişki, ‘HDP anlamsızlaşması’ için yeterince zemin hazırlıyor.
HDP, Kürt meselesiyle tamamıyla PKK’nın defalarca iflas etmiş çizgisi üzerinden ilişki içerisinde. Kürtlerle, geç kalmış bir kaba seküler milliyetçilik ve 1990’ları sürreel bir savrulmaya düşecek düzeyde canlı tutmaya çalışarak ilişki kuruyor. Türkiye’yle ise sol-liberal anakronik bir zihin dünyasından, yabancı başkentlerle de her türlü çarpık ilişkinin diyeti üzerinden ilişki kuruyor. Bu üç dinamik de, krizlerini büyütmek için sorunlu ekseni oldukça güçlü bir şekilde inşa etmiş durumda.
Bu eksenin içerisinde HDP’nin takip ettiği yol haritasında ‘dokunulmazlıklar tartışması’ vahim bir dönüm noktası anlamına gelmeyecektir. Bu durumun en açık delili, bizatihi HDP’lilerin verdikleri tepkilerden de anlaşılmaktadır. Hâl bu olunca, hendek, Kobani, devrimci halk savaşı, özyönetim vs. gibi heyecanlı bir sol grubun kantin gündemini aşamayan olgunluğunun dokunulmazlık tartışmasından çıkarabileceği tek şey, mağduriyet değil, anlamsızlığın derinleşmesi olabilir.
Bu durumda da şaşılacak bir şey bulunmuyor. Zira bugüne kadar boğazını kendi elleriyle sıkarak intiharı başaran olmadı. Böylesi bir girişimi mağduriyet olarak değerlendiren de!