Önce cumhurbaşkanlığı seçimlerinde deneme sürüşü yapıldı. Etnik temelli ayrılıkçı siyaseti merkeze alan siyasi partinin genel başkanı, belli bir medya grubu eliyle parlatılmaya, verdiği mesajlar öne çıkarılmaya ve o güne kadar hiç ulaşamadığı alanlarda takdim edilmeye başlandı.
Kuşkusuz bunun bir ‘proje’ olduğunu, sahnede görünen medya grubunun ardında bir sermaye desteğinin bulunduğunu, daha büyük resimde ise Türkiye’de Kürt sorununda giderek inisiyatifini kaybeden bir kıta Avrupası ülkesinin yer aldığını hatırlamakta yarar var. Selahattin Demirtaş’ın, Kürt siyaseteni farklı bir zemine oturtma çabası ve ‘barış güvercini’ olarak tanımlanan bu hamle; kelimenin tam anlamıyla Türkiye’nin Kürt siyasetini bozmaya ve bunu da bölgesel ölçekte başına bela etmeye yönelikti.
Elbette Demirtaş’ın cumhurbaşkanı seçilmesini kimse beklemiyordu. Ama alacağı oy, yaklaşan genel seçimler öncesi gereken manevra alanını sağlayacaktı proje sahiplerine. Öte yandan kendisi de misyonunu doğrudan Tayyip Erdoğan’ı hedef alarak, ‘Seni başkan seçtirmeyeceğiz’ diye ortaya koymuştu.
HDP ve Demirtaş üzerinden oynanan oyunun bir başka perdesi, 6-8 Ekim tarihlerinde ortaya çıkan ve sokakları kana bulayan hadiselerdi. Bunlar Demirtaş’ın güç arayışının tehlikeli ve kanlı bir proavasıydı. Kendisine tarif edilen alanda gözünü kırpmadan ve insanların canı pahasına neler yapacağının ifadesiydi.
Ayrılıkçı siyasi parti üzerinden planlanan hamlenin, göründüğünden daha karmaşık olduğu, sadece iç dengeleri değil, bölgesel ölçekte Türkiye’nin politikalarını vurmaya dönük planlandığını görmekte hayli geç kalındı. Kobani üzerinden yaratılan büyük algı operasyonu, bir yandan Ankara’yı uluslararası zeminde DAEŞ’le aynı paranteze almayı, diğer yandan ise çok uzun zamandır AK Parti’ye destek olan muhafazakar-dindar Kürtleri siyasi merkezden koparmayı hedefliyordu.
Projenin elbette farklı boyutları var hatırlamamız gereken. Avrupa merkezli hamlenin büyük resimdeki tarifini bir de bu boyutuyla yapalım: İmralı’yı tamamen Ankara’nın kontrolünde gördüğü için HDP’yi farklı bir zeminde şekillendirip AK Parti’yi iktidardan indirmek ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı güçsüzleştirip, siyasi mimariyi alt üst etmek.
AK Parti, özellikle Kobani üzerinden oluşturulan algı operasyonuna gereken karşılığı veremedi. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çözüm süreci devam ederken, barış veya silahları bırakmak bir yana, kelimenin tam anlamıyla savaş hazırlığı yapıldığını ortaya koyması, terörle mücadele konusunda başlayan yeni dönemin kodları, o günlerde yeterince anlaşılamadı. Erdoğan’ın neyi kastettiği, bugün hendeklere gömülen barışla herhalde daha iyi anlaşılmış olmalı.
7 Haziran 2015, AK Parti’nin ilk kez tek başına iktidara ulaşacak çoğunluğu elde edemediği seçim gecesine sahne oldu. Pekçok faktör elbette önemliydi, ama en belirleyici olan HDP’nin beklenmedik bir oy oranı ve milletvekili sayısı ile parlamentoya girmesi oldu.
Sonrası ve 1 Kasım sonuçları, elbette milletin bu oyunu nasıl bozduğu malum. Ancak tüm bunları hatırlatmamın bir nedeni var. Demirtaş, üstelik son derece hassas bir zamanda Moskova’ya gidince eleştirmeye başlayanların bir kısmı; az önce bahsettiğim projenin içinde yer alıyordu. O yüzden neden böyle oluyor diye sorma hakkına sahip değiller.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun HDP’yle ilgili attığı randevu hamlesi, eğer bir parçacık samimi karşılık bulsaydı siyasi zeminde yeniden konuşabilmenin önü açılabilirdi. Nitekim Başbakanlık adına yapılan ve randevu iptalini konu alan yazılı açıklamada ‘Bu yaklaşım ile HDP yöneticileri siyaseti sorun çözme aracı olarak değerlendirecek bir siyasi olgunluğa sahip olmadıklarını bir kez daha ortaya koymuşlardır. Bu üslupsuz yaklaşımla görüşmenin, aynı masayı paylaşmanın anlamı kalmamıştır’ vurgusu yapılıyor ki, tablo ne yazık ki bu.