HDP’nin barajı aşması - aşmaması iki partiyi (Ak Parti ve CHP ) çok yakından ilgilendiriyor. Ve tabii ki Türkiye’nin yarınlarını.
Hemen belirtelim ki bu iki partinin HDP’nin barajı aşmasına ilişkin yaklaşımları aynı zamanda ciddi bir ikilemi içeriyor.
Meselenin püf noktasını ise, Ak parti’nin Başkanlık sistemi istikametindeki anayasa değişikliği arzusu oluşturuyor.
Biraz açalım:
CHP cenahından bakıldığında, HDP’nin barajı aşması, Ak Parti’nin Meclis’e yansıyacak sandalye sayısını azaltacak, dolayısıyla Ak Parti zayıflayacak ve Başkanlığın önü kesilecek. Belki (bana göre ihtimal dışı) tek bayşına iktidarı önlenecek. Ancak, HDP’nin barajı aşması için oyunu artırması gerekiyor, bu da daha çok CHP zemininden (özellikle Aleviler) oy alması ile mümkün. Bu, CHP’yi zayıflatacak. Hem CHP’nin zayıfladığı hem de HDP’nin barajı aşamadığı durum ise (ki bu da ihtimal dışı değil) en kötü senaryo olarak devreye girebilir. O zaman Dimyat’taki pirinci de evdeki bulguru da kaybetme, dolayısıyla Ak Parti’ye dikensiz gül bahçesi armağan etme riski var. Medyadaki CHP’li köşeler, HDP’ye oy kampanyası
yürütmekle CHP’yi korumak arasında sancılanıp duruyor.
Meselenin bir de Ak Parti cenahından görünüşü bulunuyor. Ak Parti, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en son açıklamasına göre 400 olamasa bile en azından 335 milletvekili çıkararak Türkiye’yi başkanlık sistemine götürecek bir anayasa değişikliği yapmayı istiyor. Burada da HDP’nin barajı geçip geçememesi kilit rol oynuyor. Ak Parti’nin söz konusu rakamlara çıkması ancak HDP’nin barajı geçememesi durumunda mümkün. Üstelik Ak Parti, HDP’nin “barajı geçme” söylemiyle tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi “Kürt oyları”nı motive edebileceğini, dolayısıyla mevcut oylarında bile eksilme gerçekleşebileceğini dikkate alıyor. Belli ki tek başına anayasa değişikliği yapabilmek, ancak ve ancak HDP’nin
barajı geçmemesine bağlı.
Ancak...
HDP’nin barajı geçmemesinin, dolayısıyla Parlamentoda temsil imkanı bulamamasının ortaya çıkaracağı sonuçlar da Ak Parti’nin gündeme almazlık edemeyeceği bir konu.
Ak Parti’nin seçimlerden, her halükarda iktidar adayı olarak çıkacağını söylemek gerçekçi bir tahmindir. HDP’nin barajı aşamaması durumunda bu çok daha gerçeklik ifade eder.
O zaman ortaya Ak Parti iktidarı ve parlamentoda temsil edilmeyen bir “Kürt siyasi hareketi” görüntüsü çıkar. Her ne kadar Ak Parti, “Kürtleri sadece HDP temsil etmiyor, hatta bizde Kürt temsili daha yoğun” gibi bir söylem tuttursa da, HDP’nin ve onunla bağlantılı Kandil, KCK, İmralı gibi odakların “başka bir Kürt temsili”ne sahip oldukları, üstelik bu temsilin “Dışardan” elbette iyi niyetli olmayan amaçlarla daha çok satın alındığını biliyoruz.
Soru şu:
Parlamentoda temsil edilmeyen böyle bir “Kürt siyasi hareketi” ne yapar? Bu soru, Kandil ne yapar, İmralı ne yapar, KCK ne yapar tarzında da sorulabilir. Yine bu soru, bu hareketin temasta bulunduğu uluslararası odaklar nasıl bir teknik direktörlük icra ederler, şeklinde de sorulabilir.
Ne yaparlar?
Ben de yazdım: “Sonra ağlamak yok” dedim. “Oyunun kuralını, yani barajı biliyorsunuz, ona göre oyuna giriyorsunuz, bağımsız adaylarla Meclis’e girebilme yolunu denediniz, başardınız, şimdi de barajı aşarız ümidiyle parti olarak girmeye karar verdiniz, barajı aşarsanız ne ala, zaten Meclis’e büyük bir grup olarak gireceksiniz, ama aşamazsanız Meclis’e hiç girememeye de razı olmalısınız.”
Tamam, bu mantık yanlış değil ama, reel siyaset öyle işlemeyebilir. Ve işin kötüsü herkesin aklında böyle bir olumsuz ihtimal var. Ya HDP’nin yeraltı boyutu harekete geçer ve Doğu-Güneydoğu başta olmak üzere Türkiye’yi yaşanmaz hale getirirse... Ak Parti yönetimi bunu ister mi?
Bence istemez.
Ak Parti belki böyle bir durum olmayacağını düşünüyordur, belki de HDP’nin barajı aşması durumunda da anayasa değişikliğini gerçekleştirebilmek için başka imkanların devreye sokulabileceğini hesap ediyordur. Demokrasilerde çare tükenmez sözü uyarınca... Kimbilir...