Siyasi muhalefet, hizmette rekabet yerine karşıdakine adavete (düşmanlığa) dönüşünce doğru yanlış birbirine karışıyor.
Muhalefet doğrulara bile karşı çıkınca meselenin aslını bilmeyen vatandaşın haliyle kafası karışıyor.
Son günlerin en çok tartışılan kanal meselesi de Libya meselesi de muhalefetin ve yandaşlarının söylemleriyle kafa karışıklığına sebep oluyor.
Muhalefete bakarsan hükümet hiçbir ciddi hazırlık yapmadan büyük projelere öylesine dalıyor.
***
Kanal İstanbul meselesini öyle çarpıttı.
Muhalefet, 7 üniversitenin, 200 civarında akademisyen ve uzmanın yıllar süren çalışmasını yok sayıp ekranlara çıkardığı üç beş muhalif sözcü ile projeyi karalayıp duruyor.
Osmangazi, Yavuz Sultan Selim, Avrasya, Marmaray konusunda da aynı tavrı sergilediler. Şimdi o muhalefet edenler Marmaray’a binebilmek için, Avrasya’dan geçebilmek için sıra beklemeyi bile göze alıyorlar.
Libya meselesinde de benzer bir tavır sergiliyorlar.
***
Tezkere görüşmelerinde TBMM kürsüsünden konuşan muhalifleri dinledik.
Deniz Yetki Alanı Sınırlandırma anlaşmasına itiraz edemediler. Ama bu anlaşmayı hayata geçirmek için gerekli olan Libya’nın meşru hükümetine desteğe karşı çıktılar.
Oysa Trablus’taki meşru hükümet ayakta duramazsa o anlaşmanın hayatiyet kazanması da suya düşecek.
Sırf muhalefet olsun diye konuşuyorlar. İşin aslını yapılan çalışmaları görmezden geliyorlar.
Yok Türkiye barışçı yolları kullanmamış, yok BM nezdinde girişimde bulunmalıymış, yok Libya’daki iki tarafla da görüşmeliymiş!
Muhalefetin değirmenine su taşıyan bazı monşerler de çıkıp ekranlarda bilgiç bilgiç konuşarak kendilerince hükümeti eleştiriyorlar.
***
Bence onlara en güzel cevabı Cumhurbaşkanı Libya Özel Temsilcisi Emrullah İşler Bey verdi. Önyargılı muhalefete de monşerlere de TBMM kürsüsünden hükümetin yapmadığını zannettikleri girişimleri tane tane anlattı.
Özetle, Fas’ın Suhayrat şehrinde yapılan anlaşma ve 2259 sayılı BMGK kararı Libya’daki siyasi çözümün meşru adresidir.
Bu anlaşma üç mekanizmayı öngörüyordu. Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), başkanlık konseyi ve parlamento.
Meşruiyet içinde hareket etmek isteyen taraflar bu üç mekanizmayı muhatap almak durumundalar.
UMH ve başkanlık konseyi Trablus’ta bulunuyor. Türkiye zaten bunları muhatap alıyor. Parlamento ise isyancı Hafter kontrolündeki Tobruk’ta bulunuyordu.
***
Türkiye bu parlameto ile de temas kurmuş ve üç kez ziyaret ederek tıpkı muhalefetin önerdiği gibi parlamento ile UMH arasında hakemlik teklif etmiştir. Fakat isyancı Hafter kontrolündeki parlamento başkanlığı BM’nin arabuluculuk girişimi gerekçesiyle Türkiye’nin tarafları bir araya getirme teklifini kabul etmemiştir.
Türkiye BM arabuluculuğuna da destek vermiş, bu istikamete yapılan bütün çalışmalara iştirak ederek muhalefetin yapması lazım dediği her şeyi yapmıştır.
Nitekim bu çalışmalar 2019 Nisan’ında tam meyve verecekken isyancı Hafter, Trablus’a saldırarak BM çalışmalarını sabote etmiştir.
Libyalı taraflar BM gözetiminde 14 Nisan 2019 tarihinde Ğıdamis şehrinde toplanıp anlaşacaklardı ki 4 Nisan’da Hafter, Trablus’a saldırarak bu barış girişimi engellemiştir.
Tobruk’taki parlamento da dağılmış 70 kadarı Trablus’a geçmiş, 25-30 kadarı Tobruk’ta kalmış diğerleri ise ortadan kaybolmuş, dolayısıyla Tobruk parlamentosu diye bir şey kalmamıştır.
Libya’nın tek meşru yönetimi olarak da UMH ve başkanlık konseyi, Trablus’tadır Türkiye de onlarla muhataptır.
***
Özetle Türkiye muhalefetin yapılmasını önerdiği her şeyi yapmış atılması gereken adımların tamamını atmıştır.
Türkiye sadece isyancı savaş suçlusu darbeci Hafter’le görüşmemiştir.
Kaldı ki Hafter Libya içinde bir muhalif olsa onunla da görüşülürdü.
Hafter bizim bölgeyi bilmeyen siyasetçilerimizin söylediği gibi makul taraf değildir. (Bizim muhalefetin Hafter’i makul kabul etmesi adamın sekülerliğinden kaynaklanıyor. Onun isyancı ve bir savaş suçlusu olması onları ilgilendirmiyor. UMH’nın muhafazakar olması bizim muhalefeti darbeciyi makul gösterme yanlışına itiyor!)
Hafter, Türkiye’ye karşı cephe oluşturan Mısır, BAE, Suudiler, İsrail, ABD’nin Libya’daki paralı askeridir, kuklasıdır. Meşruiyeti yoktur. Libya’nın tek meşru yönetimi UMH’dır.
***
Yine muhalefetin eline bir harita alıp Hafter’in bütün Libya’ya, UMH’nın ise ülke yüz ölçümünün onda birine hâkim olduğunu göstererek kamuoyunu yanıltıyorlar.
Halbuki ülkenin güneyi tamamen çöldür ve bu bölgedeki nüfus yarım milyonu bile bulmaz. Asıl nüfus yoğunluğu o yüzde 10 dedikleri Trablus’un da içinde bulunduğu ülkenin kuzey batısıdır.
6 milyonluk nüfusun üçte ikisi UMH’nın kontrolündeki bölgededir. Yani Hafter halkın ancak üçte birinin bulunduğu bölgelere dış güçlerin desteğiyle hükmetmektedir.
Elinde kendisine bağlı savaşçı gücü de yoktur.
Sudan’dan, Çad’dan, Rusya’dan maaşlarını körfez ülkelerinin karşıladığı paralı askerler vardır.
***
Mevcut haliyle bile Trablus’a giremeyen ancak havadan saldırılar düzenleyerek katliam yapan Hafter’in konumu Türkiye’nin son tezkere kararıyla iyice tehlikeye girmiştir. Onun için Suudi Arabistan bile TBMM tezkeresini kınayan bir açıklama yapmıştır!
Türkiye’nin bu meşru adımı ile Libya’da da dengeler değişmiştir!
Tıpkı Barış Pınarı ile Suriye’de değiştiği gibi, tıpkı yapılan anlaşma ile Akdeniz’de değiştiği gibi.
***
Ordumuz da Libya’da muhalefetin lejyoner diye aşağıladığı gibi Fizan çöllerinde savaşacak değildir.
UMH’nın 30 bin civarında gözünü kırpmadan ölüme giden silahlı gücü vardır ve Hafter’e karşı direnmektedirler. Savaşıyorlar, savaşacak yabancı askere de Türk askerine de ihtiyaçları yok.
Türk askeri cumhurbaşkanının bir TV programında açıkça söylediği gibi sadece koordinasyon görevi yürütecektir.
Ben daha önce de yazdım Türk askeri orada meşru hükümeti koruyacak ve hükümete bağlı silahlı güçlerini koordine edecektir.
Türk ordusunun orada bulunması sadece bayrak açması bile caydırıcılık açısından yeterli olacak ve barışın teminine zemin hazırlayacaktır.
Ne demiş şair;
"Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh;
Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh."