Mültecilerle ilgili sorunun Avrupa Birliği ülkelerinin gündemine girmesi Aylan Kürdi’lerin cansız bedenlerinin Akdeniz sahillerine vurmasıyla olmadı. Akdeniz zaten şimdiye kadar binlerce mülteciye mezar oldu. Ama ne zamanki Suriye’den, Irak’taki savaştan kaçanlar kitlesel olarak Avrupa’nın sınırlarına dayanmaya başladılar işte o zaman Avrupa Birliği’nin büyük ülkeleri mültecilerin farkına vardılar ve Türkiye’yi hatırladılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nu aramak için telefona davrandılar. Türkiye’nin tecrübesine ihtiyaçları olduğunu ifade ederken de aslında mültecileri başımıza sarmayın, parası neyse veririz demeye getirdiler.
Geçtiğimiz hafta sonu Merkel’in Türkiye’ye sebebi ziyaretini Başbakan Davutoğlu ikili basın açıklaması sırasında çok kibar bir tarifle açıkladı; “Merkel bir daha Aylan Kürdi’ler olmasın diye burada.”
Büyüklük bizde kalsın, diplomatik nezaketi elden bırakmayalım tamam; ama mülteciler konusunda başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa’nın çırpınışının insanı bir kaygıyla olmadığını hepimiz biliyoruz.
Bir kere Batı’nın başı, vaktiyle sömürmek için gittiği ülkelerin insan bakiyesi ile dertte. Bu öyle böyle bir dert değil. Fransız polisi Paris’in banliyölerine giremiyor. Almanya ise yabancı düşmanlığını İslam karşıtlığı ile çerçevelemiş durumda. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın sıfır yılından bugünlere gelmesinde çok önemli emeği olan Türkiyeli göçmenleri dindarlar ve dindar olmayanlar diye ayrıştırıyor. Milli Görüş, UEDT gibi muhafazakar tabanlı yapılara göstermediği kolaylığı PKK ile organik bağı olduğunu çok iyi bildikleri derneklerden esirgemiyor. Alman devleti, entegrasyon konusunda hiç zorluk çıkarmayan, adli hiçbir vakaya bulaşmayan Alman toplumu içindeki belki de en sorunsuz kesimi oluşturan dindar çoğunluğu ötekileştirirken Türkiye aleyhine kullanabileceği azınlıklar yaratıyor; Alevileri İslam’dan ayrıştırmaya kafa yoruyor, PKK’yı doğrudan ya da dolaylı yollardan destekleyerek Suriye-Irak hattında kendine bir partner yaratmaya çalışıyor.
İslamofobik mülteci politikası
Mülteciler konusunda da Avrupa’nın temel kriterini İslamofobik bakış açısı oluşturuyor. Gerçeği itiraf etmek ise Slovakya ve Çek Cumhuriyeti yetkililerine düşüyor: “Suriyeli göçmenlerden sadece Hıristiyan olanları alabiliriz.”
Açıklama ise açıklayanın zeka seviyesi hakkında da fikir verici: “Çünkü camimiz yok.”
Almanya’nın mültecilerle ilgili bulduğu çözüm; belli eyaletlerde, merkezin dışında toplama kampı mantığıyla inşa edilmiş mekanlar tahsis etmek. Avrupa sokaklarında Suriyeli görmeniz mümkün değil, çünkü kampın dışına çıkmalarına izin verilmiyor. Savaş biter bitmez Suriye’ye gönderilmek üzere kampta tutuluyorlar. Bir tür hapishanede...
Suriyeli mülteciler, uğruna ölümü göze alarak çıktıkları yolun sonunda birer hapishane olduğunu bilseler herhalde Türkiye’yi terk etmezler.
Avusturya için bir utanç kaynağı olan Traiskirchen’deki mülteci kampı bunlardan biri. Yaklaşık 4 bin insanın yaşadığı kampta sadece 500 kişinin konaklayabileceği yer mevcut. Geriye kalanların neredeyse tamamı açıkta. Kampa gazeteciler alınmıyor. Medeniyetin beşiği olarak anılan Avrupa’nın mülteci politikasının özeti kısaca şu: Gelmesinler.
Mültecilere reva gördükleri muamele ise toplama kamplarını hatırlatıyor.
Buradaki mültecilerin yardımına koşanlar, Traiskirchen kentindeki küçük bir mescidin cemaati. Kurdukları bir yardım cemiyeti ile geçtiğimiz ramazan ayı boyunca kampta kalanlara iftar vermişler.
Merkel’in Türkiye ziyaretini, Obama’nın telefon trafiğini, AB politikacılarının Türkiye’yi hatırlayan ve durduk yere fasıl açmaya kalkan yaklaşımlarını Türkiye iyi değerlendirmek durumunda. Başbakan Davutoğlu’nun Türkiye’ye konsantrasyon kapı muamelesi yapamayacaklarının Merkel’e söylemiş olması çok önemli. Çok önemli bir konu da Almanya merkezli Türkiye aleyhine faaliyetlerin çetelesinin Merkel’in önüne konulmasıdır. PKK’ya ve belki de IŞİD’e verdikleri desteğinin hesabının sorulmasıdır. Türkiye, Merkel ayağına kadar gelmişken bunları konuşabilmişse önemli olan budur.