Freedom House (Hürriyet Evi) adlı bir politik inceleme/araştırma kuruluşu var. Merkezi Washington’da. Hükûmetlere bağlı olmayan örgütler kategorisinden sayılıyor ama bütçesinin yüzde 80’i
Amerikan Hükûmeti tarafından karşılanıyor. Artık nasıl bir “non-governmental organisation” ise... Geriye kalan yüzde 20 içinde ise meselâ “SorosFoundation” gibi vakıflar var.
Neyse, işte bu kuruluş her yıl dünyâdaki ülkelerle o ülkelerdeki basının durumuna ilişkin iki rapor hazırlıyor: “Freedom in the World” ve “Freedom of the Press” bunların başlıkları.
Bu yılki raporlarda Türkiye yine “eksikli/kusurlu” demokrasiler grubunda yer almış. Buna sinirlenenler olabilir.
Ben sinirlen(e)medim, çünki yazarlarına hak vermemezlik edemedim.
Görüşümü şöyle îzâh edeyim:
Bana sorulsa da Türkiye’yi her hâl ve kârda “demokratik” bir ülke olarak tanımlamakda tereddüd etmem. Fakat bu demokrasinin “kalitesi” mevzuunda bir dizi “kayd-ı ihtirâzî” koymakdan da geri kalmam. Yaşı 80’den ufak olanların da anlaması için, şimdi “çekince” diyorlar gâlibâ.
Evet, çekince... Peki neyi çekince?
Şu klasik, sakız cümleyle “Türkiye’nin özel şartları”nı çekince!
Biliyorsunuz ki Cennet Vatanımızın iki milyon sekiz yüz elli bin kadar “özel” şartı vardır.
Her bir haltı suratımıza her çevirişimizde, yâni mütemâdiyen, bunlardan biri yâhut birkaçı devreye girer.
Diyelim ki “eleştiri hürriyeti” getiriyorsunuz.
Mâlûm, vaktiyle, yâni “devr-i istibdad”da “havuç” diyemiyormuşsunuz. Zîrâ o kelime “Devletlû Efendimiz Sultan Abdülhamîd-i Sânî”nin “enf-i şâhânesi”ni tedâî etdiriyormuş. “Enf” Arabca “burun” demek. “Enfiye” (Burunluk). Garibdir ki Arablar da Türkçesini söyler: “Burnûtî” (Burun otu).
Tabii “havuç” demek için telmih yoluyla “Abdülhamid Efendimizin Burnu” diyecek olsanız daha da fenâ, çünki o vakit tedâî medâî değil düpedüz “alenen tezyîf” faslına girdiğinden Fîzan’a sürülmeniz işden bile değil!
Bugünse, Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâlar olsun, artık memleketde demokrasi olduğu ve Fîzan nâhiyemiz de 1913 İtalyan Harbi’nde gümbürtüye gitdiği için istediğiniz kadar “havuç” diyebilirsiniz. Kimse dönüp de
“Ulan, sen Sultan Abdülhamid’e nasıl hakâretedersin, Sümüklü?” demez. Zâten bugün artık “Fîzan” deseniz “ HangiFirûzan?” diye soran da çok çıkar.
Demokrasi demişdik, o da böyle bir şey. Demokrasi var ama kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde. “Yasalar çerçevesinde” diyorlar. Elbet öyle olacak. Lâkin o çerçevenin nereden geçdiği biraz münâkaşalı. Hattâ nasıl geçdiği de öyle. Meselâ bir safderun, nasıl olsa memleketde demokrasi var, bana bir şey olmaz diyerekden oturup bir makâle döşeniyor ve içinde de diyor ki
“Türklerinahmak olduğunu söyleyenler var. Hatâ ediyorlar, zîrâ...”
Bitdiii! O anda “Türklerin ahmak olduğunu” iddia etmekden hakkınızda sekiz yıl hapis istemiyle dâvâ açılmazsa ya o gün bir savaş mavaş patlak verdiği için kimsenin sizinle uğraşacak vakti yokdur ya da bütün savcılık personeli 39 derece ateşle yatıyordur ki aynı kapıya çıkar.
“Ama, Hâkim Bey, hemen arkasındaki cümlede ‘hatâ ediyorlar’ demişim ya!”
“Herkes her cümleyi okumaya mecbur mu?”
“Nerden biliyorsun, be Adam?” diyecek olursanız tecrübe konuşuyor.
Kendi hikâyelerimi anlatmakdan gınâ geldi. Onun için hâlen yürümekde olan dâvâlara bakınız, ne demek istediğimi anlarsınız.
Belki biraz abartmışımdır ama el insaf yâni! Dört yıldır yatıp da henüz niçin içeri alındığını doğru dürüst bilmeyenler var.
Tamam! Tek düzenbaz bile cezâsız kalmasın, ama kurunun yanında yaş da yanmasın!
Bir gün bu meâlde bir yazı yazacağım hiç aklıma gelmezdi. Üstelik ömrüm boyunca bu nâmussuzlardan böylesine canım yandığı halde!
Hayret yâhu!