“Hayır çıkarsa, Türkiye parlamenter sistemle yoluna devam eder…”sözü doğru değildir…
Evet çıkarsa değişiklik takvimi işleyecek ve yeni sistem devreye girecek.
“Hayır”sonucu ise milletin “Başkanlık” sistemini kabul etmediği, “Parlamenter Sistemi” tercih ettiği anlamına gelir.
Gel gör ki, mevcut durum bir “Parlamenter Sistem” olmadığı için bu karar da Türkiye’yi parlamenter sisteme götürmez.
Kuruluş aşamasında, batının telkin ve tavsiyeleriyle kategorik olarak “Parlamenter Sistem” tercih edilmiş ise de, uygulamada ecnebiyi “partner”, kendi milletini ise potansiyel tehlike gören garip bir yapıya dönüştürüldü.
1950’de halkın bu çarpık duruma el koyması üzerine 1960’ta, zor kullanılarak yeniden dizayn edilen bu “garip parlamenter sistem”, bir “anayasal vesayet”e dönüştü.
Zira “Özgürlükler Anayasası” diye yutturulan 1961 Anayasası, yeni “1950”lerin yaşanmaması için alınan tedbirlerden(!) oluşuyordu.
Milletin seçtikleri sadece yol, su, kanalizasyon gibi işlerle uğraşmalı, devlete doğru yaklaşmamalıydı!
Yani millet, kimin iktidar olacağına karar verebilir ama kimin muktedir olacağına sadece “onlar” karar vermeliydi!..
Kumalı parlamenter sistem…
Bugün problemimiz sadece bu yozlaşmadan ibaret de değildir.
1961 Anayasası’nda devleti milletten korumak için oluşturulan Yargıtay, Danıştay, Sayıştay ve Anayasa Mahkemesi gibi “bariyer”lerin yetersiz kalması durumunda, darbeden önce devreye girecek “son bariyer” cumhurbaşkanlığıydı.
Büyük yetkilerle donatılan bu makam, gerektiğinde siyaseti yönlendirerek ve seçilenlerin, devletin vesayetçi yapısını yıpratmadan sürelerini doldurmalarını sağlayacaktı.
Bu makam 1982 Anayasası’nda, darbeci başı Evren’in talimatıyla daha da güçlendirildi.
Oysa “Parlamenter Sistem”in ruhu, cumhurbaşkanının sembolik olması ve icra yetkisinin; halkın seçtiği parlamentodan çıkan başbakan tarafından kullanılmasıdır.
Dolayısıyla, sisteme dominant bir “kuma” sokan 1961 Anayasası’nın ve onu daha da güçlendiren 1982 Anayasası’nın dizayn ettiği bu yapı nasıl “Parlamenter Sistem” olabilir?
Bu kadar da değil…
Bu çarpık yapının en önemli himayecisi olan cumhurbaşkanlığı makamına, 2007’de milletten biri olan bir adayın yaklaştığını gören işgalci azınlık, yukarda sıraladığımız vesayet mekanizmalarını çalıştırarak bu tehlikeyi (!) savuşturdu!
Ama bu sefer, yaptıkları yanlarına kalmadı ve AK Parti bu vesayet darbesini halka götürdü.
Halkın, yüzde 70’e yakın bir çoğunlukla “Cumhurbaşkanını bizzat ben seçeceğim” kararı, yönetim sistemindeki bu güçlü ortağı birincil hale getirdi ve “vesayet tipi parlamenter sistem” pert oldu.
“Vekil” milletin kararını tanımadı
Aslında parlamento gerçekten “milletin vekilleri”nden oluşsaydı, bu ezici kararın gereği derhal yapılır ve şu anda uğraştığımız sistem tadilatı tam on yıl önce tamamlanırdı.
Bu durumda, FETÖ, PKK ve diğer terör örgütleri ile mücadele zaafa uğramaz ve 15 Temmuz yaşanmazdı.
Fırat Kalkanı çok önce başlar, PYD; bir terör koridoru oluşturmaya fırsat bulamazdı.
Başa dönelim…
16 Nisan’da çıkacak “Hayır” sonucu, halkın “Parlamenter Sistem”i tercih ettiği anlamına gelebilir ama bu, çok daha zor bir “anayasa değişikliği” demektir.
Birinin; cumhurbaşkanını seçme yetkisinin tekrar parlamentoya verilmesi gerektiğini halka anlatması gerekir.
Bu da yeterli değildir. Cumhurbaşkanının bütün yetkileri budanarak parlamenter sisteme uygun hale getirilmelidir.
Bunu halka anlatacak bir yiğit yoksa, “Hayır” sonucu, karmaşa ve kaos demektir…