Hayatı yalan olmuş bir gazeteci...
Neyi doğru söylediği, neyi çarpıttığı ancak fikri takiple anlaşılabilir.
Böyle bir zahmete (yani fikri takip zahmetine) değmeyeceğini bildiği ve “Ben yazayım... Nasılsa yiyorlar...” diye düşündüğü için pervasızca sallıyor.
İnsan, “yalancılığı” tescil edildiğinde, utanır, üzülür, ne bileyim, durumu toparlamaya çalışır.
Bu “karakter”in pervası yok. Utanması da yok...
Herhangi bir alınganlık göstermiyor. “Yalan söyledim, özür dilerim” demiyor...
Bir vakitler, 12 Eylül'deki “faşizan” rejime karşı yazılar yazdığı, haberler yaptığı ödüller aldığını söylemişti. Hangi haberi için hangi ödülü aldığını sormuştum. Çünkü12 Eylül’ün faşizan rejimi hüküm sürerken, ortalıkta Can Dündar diye bir gazeteci yoktu. O sıralarda, kısa pantolonuyla MİT lojmanlarında dolayan bir çocuktu. Sonradan aldığı ödüllerin de (bir kısmı liselerin verdiği kıytırık ödüllerdir) konuyla alakası yoktu.
Bunu hatırlatıp, hiç değilse düzeltme yapması, yalan yazdığı için kamuoyundan özür dilemesi gerektiğini söyledim... Ama “yalancı” Can Dündar, “yalancılığını” tescilleyen yazımı blogunda yayınladı. Demek ki reklâmın iyisi kötüsü yokmuş.
Gezi döneminde de “yalanıyla” suçüstü yakalanmıştı, hatırlayacaksınız. “Oğlum kayıp” diyordu. Oğlu Ankara’da, annesinin evinde ortaya çıktı.
İki gün önce, bu sütunda, Can Dündar’ın artık “adli bir mesele” olmadığını yazmıştım.
Bir “istihbarat” meselesiydi çünkü...
Ülkesini “savaş suçlusu” gösterebilmek için FETÖ tarafından üretilmiş varakayı ve görüntüleri yayın yönetmenliğini yaptığı gazetede yayınlamış, arkasından “hükmü” yapıştırmıştı: “İşte DEAŞ’a gönderilen silahlar.”
Bu durum savcılık sorgusunda kendisine soruldu. “Kanıtınız nedir?” denildi.
Büyük bir pişkinlikle, “Kanıtım yok. Duyum üzerine yaptım bu haberi” cevabını verdi.
Üstelik haberini yaptığı konu, bir istihbarat operasyonuydu... Dünyada istihbarat operasyonlarını (aynı zamanda “devlet sırlarını”) faş eden ve “yalan” bilgilerle ülkesini savaş suçlusu göstermeye çalışan gazetecilerin başına ne geldiyse, Can Dündar’ın başına da o geldi.
Tutuklandı ve cezaevine konuldu... ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden tarafından kurtarılıncaya kadar “casusluk davası”nın tutuklu sanığıydı.
Serbest bırakılınca soluğu yurtdışında aldı ve savcılık sorgusunda “elimde hiçbir kanıt yok” dediği “duyumunu” sahih bilgiymiş gibi paylaşmaya, ülkesi aleyhinde algı oluşturmaya devam etti. Amerikan bayrağının altında uyurken bir de poz verdi, “Hamim bu ülkedir” der gibi...
Bu olay, Can Dündar’ı bir istihbarat meselesi yahut konusu haline getirmiştir.
Dolayısıyla, iş, bu saatten sonra istihbarat servisinin görev alanı içindedir.
Bunları yazdım... Sonra da, Öcalan gibi, derdest edilip Türkiye’ye getirilmesi ve “mahkemenin huzuruna çıkarılması” gerektiğini söyledim.
Can Dündar, firari bulunduğu delikten cevap vermiş: “Haydut devlet görüntüsüne bir katkı...”
Can Dündar bu “sufle”yi verir de, Simavi’lerin “Diken” adlı internet sitesi geri durur mu?
Konuyu haberleştirmişler...
Öyle bir başlık kullanmışlar ki, sanki Can Dündar’ın yakalanıp hemen oracıkta infaz edilmesini (yani öldürülmesini) savunuyorum ya da öneriyorum...
İki gündür aldığım küfür ve tehdidin haddi hesabı yok...
Can Dündar’ın suflesi ve Diken’in manipülasyonu gerekli etkiyi uyandırmış olacak ki, piyasada ne kadar “yumurta kafa” FETÖ’cü ve PKK bağlantılı kullanıcı varsa, “öldürülmemi”, “zehirli iğne”yle bertaraf edilmemi, “bir trafik kazasına kurban edilmemi” diliyor ve öneriyor.
Bir “casusluk sanığı”nın mahkeme huzuruna çıkarılmasını istemek neden problem olarak görülüyor ve tamamen meşruiyeti gözeten, meşru hukuk yollarını gösteren bir istek ne türden bir suça işaret ediyor?
Bunu, yazımda “haydutluk” vehmeden Can Dündar’a sormuş olalım...
Sonra da şunu ilave edelim:
Haydutluk arıyorsan, iş tuttuğun terör örgütlerine ve onların uzantısındaki (bayrağı altında uyurken poz verdiğin) “haydut devlet”e bakacaksın koçum...
Ki, senin konumundakileri “oracıkta” infaz etmekle ünlüdür.
Haydutluk arıyorsan, ayrıca, “Bana şu kadar para verin... Belgeselinizi yapayım” diye aylarca kapısını aşındırdığın Pensilvanyalı vampire ve “uşaklarına” bakacaksın.
Ki, elde ettikleri görüntülerle ve “haydutluk” yöntemleriyle seni devşirmeyi bile başardılar!