Yaş aldıkça toprakla ilişkimiz değişiyor. Biraz kendi hikayem, biraz bizim kuşağın ama galiba yaşlanan dünyamızın da hikayesi böyle...
Zaten topraktan geldik, toprağa dönmeyecek miyiz?
Pandeminin de etkisi oldu. Gıda arzı sıkıntıya girince tarımın ne kadar stratejik değeri olduğunu konuşmaya başladık.
Ukrayna-Rusya savaşı bir tahıl diplomasisi oluşturdu.
Daha pek çok sebep sayabiliriz.
Ezcümle insanoğlu bir taraftan uzayda yaşam imkanını araştırırken bir taraftan da yeniden toprağa dönüşün imkanlarını arıyor.
Sıfırı tüketmeden toprakla yeni bir ilişki geliştirebilir miyiz? Dünya nüfusu hızla artıyor.
"Dünya bu kadar insanı nasıl doyuracak?" sorusunun cevabı herhalde web teknolojilerinin bizi daha nerelere uçuracağından daha önemli.
Bunlar beni aşan konular ama hepimizin çok iyi bildiği bir gerçek var, işler pek da iyiye gitmiyor.
Problemin büyüklüğü üzerine konuşunca insanın hiçbir şey yapası gelmiyor. Bu da ayrı bir problem.
Buralara çok takılmadan en basit nasihat cümlesiyle işe başlamakta fayda var. Herkes evinin önünü süpürse sokağımız temiz olur.
Yani hepimizin yapabileceği bir şey mutlaka vardır. Ve bize düşen sadece kendi yapabileceğimizi yapmaktır.
Uzun bir süredir aklımdaydı. Gençleri kafelerden çıkartıp tarlaya sokabilir miyiz? Epeyce girişimim de oldu. Sonunda Uluslararası Göç ve Mülteciler Derneği ve Gençlik Spor Bakanlığı bu yaz bir model ortaya koyarak bir başlangıç yaptı. İMRA Başkanı Prof. Sare Aydın proje için bizzat çalıştı. Herkes ne yapabiliyorsa onu hemen yapmaya başlamalı dediğim bu.
Hem gençleri kafelerden çıkartıp, sosyal medyalarından kaldırıp terletmek, toprakta çalıştırmak, tarım yapmalarını sağlamak hem de ülkemize üniversite okumaya gelmiş ya da göçmen ailelerin çocukları olarak Türkiye'de okuyan öğrencilerle Türk öğrencileri çalışma ortamında kaynaştırmak... İMRA Gençlik Kampı ile bunu hayata geçirmiş olduk. Önümüzdeki yaz projeyi genişleteceğiz. Kamp sayısını artıracağız, fındığın yanında çay, pamuk gibi farklı ürünler için faklı şehirlerde kamplar yapacağız.
Topraktan kopuk yaşamak insanda bazı duygusal ve motor gelişimleri olumsuz etkiliyor. Bedenen çalışmadığımız için spor yapmaya vakit ayırmak zorunda kalıyoruz.
Bedeni yormamak sadece beden değil ruh sağlığını da olumsuz etkiliyor.
Çocukları gözlemleyin; eskiden sokaktan eve alamazdık, şimdi telefondan kopartıp sokağa çıkartamıyoruz.
Gençler yan yana geldiklerinde bile hiç konuşmadan ellerindeki tabletlerle ya da telefonlarla vakit geçiriyorlar.
Bir kahve 60 TL olmuş ama hala kafelerimiz gençlerle dolu. Dolsun taşsın ona bir diyeceğimiz yok da, zaman insanın geri kazanamayacağı tek şey.
Güzelim yaz aylarını çoğunlukla sıkılarak ve ziyan ederek geçiriyorlar.
Büyük bir genç nüfus, kafelerde zamanını ve parasını eziyor. Öte yandan sanayide ve tarım sektöründe eleman sıkıntısı çekiliyor.
Doğu Karadeniz'de fındık ve çay toplama zamanı geldiğinde tarla sahiplerinin derde düştüğünü iyi biliyorum. İşçi bulmak giderek zorlaşıyor. Doğu Karadeniz'de bir ara Gürcüler sayesinde sorun çözülmüş gibiydi. Artık Gürcü işçi de gelmiyor. Çay bahçeleri Birleşmiş Milletler gibi. Senegalli de var, Afgan da.
Bu açığı lise ve üniversite okuyan gençlerle karşılayabiliriz. Tarım turizmi diye bir olgu var artık. Tüm bunları birleştirerek bu yıl ilk kez Uluslararası Göç ve Mülteciler Derneği, Gençlik ve Spor Bakanlığı birlikte Düzce'de fındık kampı gerçekleştirdi. 10 yabancı 10 Türk öğrenci 15 gün süre ile gündüzleri ayrı akşamları ayrı programlanmış bir kampa katıldı. Kamp hala devam ediyor. Temel etkinlik fındık toplama. Gençler hem çalışıyor, dolayısıyla harçlıklarını çıkartıyor hem farklı kültürlerle tanışarak kaynaşıyor hem de bulundukları şehrin ve civarın tarihi doğal, kültürel özelliklerini gezerek öğreniyor.
İnsan bedenen yorulmayınca acıkmanın, uyumanın, susamanın tadına varamıyor.
Hem artık mavi yaka-beyaz yaka, kol emeği-kafa emeği ayrımda yeniden değerlendirmekte fayda var.