Çocukluğumuzda, gençliğimizde öne çıkan konuşmacıların gündemleri içerisinde demokrasi konuşmaları geniş yer tutardı.
Büyüklerimiz, hatırladığımız kadarıyla bu tartışmaları çok sürdürdüler.
Fakat demokrasi yerleşmiş olacak ki onlar bile bu tartışmadan vazgeçtiler!
Gücümüz yeter mi bilmiyoruz. Ancak asıl şimdi demokrasiyi tartışmanın tam zamanı olduğu kanaatindeyiz.
"Nereden çıktı şimdi demokrasi" dediğinizi duyar gibiyiz. Somut yanıtını aşağıdaki cümlelerde serdedeceğiz. Sadece fısıldayalım.
Çanakkale'de "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganıyla yapılan yürüyüş mesela.
Toplumu kutuplaştırma malzemesi mi? Tabii ki her zamanki gibi "Mustafa Kemal".
Trabzon Fenerbahçe maçı sonrasında yaşanan spor etiğine aykırı görüntülere istinaden Ali Koç'un anarşizm doğurabilecek ölçekte tehditkâr beyanları mesela.
Bir futbol takımının, futbolun gerektiği şekilde yönetilmesinin yanında örgütsel bir dürtüyle hareket ediyor gibi olması bir bize mi garip gelmeye başladı acaba?
"Buzağının ipini gevşetenden" ilhamla, tek dokunuşla bu gezizekalıları sokağa döken koç, kıvrakça, "Boynuzum dokundu sadece!" derse!
Diyelim ve devam edelim.
İşte fikrimiz, düşüncemizdir; Müslüman demokrat olamaz. İslam demokrasiyle bağdaşmaz.
Çünkü demokrasi yan unsurlarıyla, ait olduğu kavram dünyasıyla birlikte en nihayetinde insanı bir noktada sabitlemeye ve eşitlemeye çalışır. Oysa İslam, fertleri ve bunun sonucu olarak toplumları kemâlâta ve hayırda yarışmaya yönlendirir.
Dolayısıyla İslam aşağıda eşitlenmeye asla rıza göstermez. Burada kafamız karışmasın diye demokrasiyi ait olduğu evrenle birlikte bu sebeple zikrediyoruz.
Hatırlar mısınız, o dönemler biz kendi susturuluşumuzun acısıyla herkesin konuşma hakkını savunuyorduk. Tam bir inanışla söylüyoruz ki neticelerini yaşayarak gördüğümüz üzere insanların kahir kısmı mümkün olduğu kadar susmalı. Susmasının temini gerektir.
Günümüzde herkes her şeyi konuşuyor malum fakat söylediklerinden bir başkasının istifadesi umulacak konuşan nerdeyse yok gibi.
Bendeniz öteden beri, bize yakışır şekilde, kendi gündemlerimizi; kendi ihtiyaçlarımızdan hareketle, kendimiz belirlemeliyiz kanaatindeyim. Cirmimce bu şekilde de yapmaya gayret ediyorum.
Ancak yaşayarak, yaşlanarak öğreniyoruz ve müşahede ediyoruz ki konuştuğumuz gündemleri bize verenler, önce bizim kendi gündemlerimizden uzak kalmamızı amaçlamışlar.
Yani istemişler ki biz asla kendi özümüzle barışık olamayalım.
Demokrasi tartışmalarını da bu kabilden değerlendiriyoruz. Öncelikle demokrasi bir yönetim biçimi olmazdan önce tıpkı din gibi bir yaşama şeklidir.
Dolayısıyla biz demokrasi deyiminin inananı değiliz.
"Nereden mi çıkmıştı şimdi demokrasi?"
Kendi gündemimizi oluşturmalıyız ve bu konuyu yeniden tartışmalıyız.
Bunu söylerken hınçla söylemiyoruz. Devletimiz de elan bu inanışla iş görmektedir gözlemindeyiz. Bunu takdir ediyoruz.
Bıyık altından gülerek size bir şey söyleyelim. Zira bu tartışmayı bereketlendirmek istiyoruz. Ve doğrucu davut mizacımızdan ödün vermek istemiyoruz. Bununla birlikte acemice sırtımızı devlete dayamak istiyoruz.
Düşünün ki son yirmi sene içerisinde bir kısım nadanlar Kılıçdaroğlu'nun öncülüğünde, "ne işimiz var Libya'da ne işimiz var Suriye'de, vb." gibi yanlışları bu toplumun kahir kesimine kabul ettirdiler.
Devletimiz toplumun zihinleri bulandırılmış bu kahir kısmının kabul ettiği bu sahtekâr düşünceye göre davransaydı yani demokratiklik gereği sorsaydı bu güruha, Libya'ya asla bulaşmazdı, Afrika içlerine kat'a girmezdi; bu gafiller de Akdeniz'in sularında çimmeyi bırakın balkonlarındaki leğenlerde yıkanamazlardı.
Biraz ciddileşelim; hiçbir zaman stratejiler demokratik olmaz. Basit taktikler belki güruha sorulabilir. O da belki.
Şimdi Salazar'ın 3 F'sini hatırlayabiliriz.
Demokrasicilik oyunuyla on yıllar boyu oyalandık. Oyalasak fena mı olur?
Sözümüz yine Erbakan'a uğruyor, ahir ömründe demişti ki demokrasi diye yutturulan sistem demokraturdur.
Toplum ne dediğini anlamadı demek ki.
Devletin işleyişi kendi bileceği iş. İstikametinden şüphe duymadıkça omuz vermekten imtina etmeyiz evelallah.
Haydi, demokraturu konuşalım.