Basım tarihi bilinen ilk kitap; 868 yılında kaleme alınan Buda’nın öğretilerinin yer aldığı yedi sayfalık “Diamond Sutra” kitabıdır. Buda’nın ihtiyar müridi Subhuti tarafından kaleme alınmış olan kitap, ahşap kalıplara basılarak yazılmış olmakla beraber kitabı kaleme alan Subhuti’nin en büyük endişesi kitabın ve öğretilerin unutulacağıdır.
Buda, Subhuti’ye; kendisi dünyadan ayrıldıktan sonra bile birilerinin kitabın anlamını kavrayacağını ve uygulamaya koyacağını söyler. Ve ne gariptir ki bir mağaranın içine saklanmış olan kitap, yazım tarihinden yaklaşık olarak 900 yıl sonra bulunur. Günümüzde ise İngiltere’de bulunan “British Library’de” sergilenmektedir. Kitap içeriği ile bir nevi Mevlana’nın Mesnevi’sine benzer.
Her kitap bir macera içerir. Okuyanı için olmasa bile yazarı için öyledir. Kurgusu, karakter analizi, mekân-çevre ilişkileri derken zor iştir kitap yazmak. Ülke olarak en çok kullandığımız deyimlerden biridir: “ Hayatımı yazsam roman olur” . Evet, her hayat bir romandır. Ancak, kaçımız eşi benzeri olmayan bu romanı kaleme almaya cesaret edebildik ki? Konuşulamayanı anlatmak, söylemek isteyip söyleyemedikleriniz düğüm düğüm dizildiğinde; Yusuf’un kuyudan çıkması kadar zorsa, söylemek istediğimiz kelimeler yetişir imdadımıza: bir kalem, bir de kâğıt. Yüreği kadar güçlüyse yazarın kalemi, okuyucuyu alıp götürür. Kitabın sonuna gelmek istersiniz biran önce. Bazen o kadar güçlüdür ki kalem, sonuna kadar bekleyemeyip son sayfaları okuduktan sonra tekrar başa dönersiniz.
Yazamadık, bari okuyalım değil mi? Son zamanlarda okudum ve çok etkilendiğim bir yazının küçük bir bölümünü paylaşmak istiyorum sizinle: “Bugün bir cenaze kaldırdım içimden. “Nasıl bilirdiniz” diye sordum. “İyi bilirdik” dediler. Kalp hissetmeyi, dudak gülümsemeyi, beyin karışmayı, ayaklar ise şikâyet ettiği koşuşturmacayı bıraktı. Hep birlikte öldüler. Bugün bir cenaze kaldırdık el birliği ile içimden. Söz aldım kendime seslendim. Zaten her taraf ölü dolu, bir de ben ölmüşüm çok mu? Ahşap kalıplar, papirüsler, taş parçaları, hurma dalları üzerine yazılarak başlayan kitabın macerası; yazarı, okuyucusu ile günümüze kadar devam eder. Ancak artık eski heyecanı kalmadan. Tüm dünyada bu yıl basılan kitap sayısı 668 bin iken, bir günde atılan mail sayısı 212 milyardan fazla. 3 buçuk milyardan fazla internet kullanıcısı var. Ancak düzenli olarak kitap okuma alışkanlığı olanların sayısını bilmiyoruz. Genç nüfus, bir günde ortalama 3 saatini internette geçirirken yine aynı genç nüfusun kitap okuma oranı bir gün içerisinde dakikanın beşte biri oranında.
Bir mailin bin yıldan fazla süren bir macerası olur mu? Sanmıyorum. Unutulmasından korkulan kelimeler yüzyıllar sonra tekrar okuyucusu ile buluşur mu, onu da bilmiyorum. Ancak bildiğim tek bir şey var. Nasıl diyordu gençler: 212 milyar mail içinden sana bir “Günaydın” mesajı gelmiyorsa, “boş ver”. Vardır bir yazdığı.(!)
Şimdi bize bir kitap bir de kahve zamanı.