Şeb-i yeldâyı muvaqqitle müneccim ne bilir?
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâat.”
Oh, yazdım da kurtuldum!
21 Aralık târihli bir yazıya bu beyitle başlamak farz değilse bile sünnetdir.
Başlamamak ise maazallah her türlü belâyı başımıza musallat edebilir.
Meselâ Kıyâmet kopabilir.
Neyse, sâyemde o tehlike de bertaraf edildi.
Görüldüğü üzere Kıyâmet mıyâmet kopmadı... Bu iyiliğimi de inşallah unutmaz beşeriyet. Pek ümîdim yok ama...
Mânâsına gelince, gerçi gençlerle ihtiyarlar anlamışdır ama KKK’ya, yâni “KemalistKültür Katliâmı”na mâruz kalarak anadilini, şaşırmış ortayaşlı yurddaşlarım için Türkî-i Basit’e “indirgeyerek” ifâde edeyim:
Şeb-i yeldâ en uzun gece demek. Muvaqqit vakti ölçüp belirleyen kimse, yâni eski zamanlarda memleket saat ayârından sorumlu memur. Müneccim ise yıldızlara bakarak falcılık eden adam, necm yıldız. Mübtelâ-yı gam derseniz gam çeken, yanılmıyorsam burada ümidsiz âşık anlamına kullanılıyor.
Aşk konusundaki değerli görüşlerimi bir başka yazıya bırakarak müsaadenizle bir başka meseleye değinmek istiyorum.
***
Irak Cumhurbaşkanı Celâl Talabânî’nin ağır rahatsızlığı bu problemli ülkenin geleceği sualini ansızın tekrar gündemin en ön sıralarına taşıdı. Bilindiği üzere Kuzey Irak bölgesinde Arablardan çok Türkler ve Kürdler yaşıyor. Ben şahsen nüfus bileşimi konusunda yeni rakamlara ulaşamadım. Bulabildiğim en “son”(!) resmî istatistik 1957 Yılı’ndan kalma. Buna göre Kerkük’ün nüfûsu şöyle:
Türk 45.306, Kürd 40.047, Arab 27.127, Süryânî 1.509 ve Yahudi 101...
Tabii 55 sene sonra bugünki durum nedir tam olarak bilemeyiz ama bir tutamak olsun diye bu sayıları buraya aldım.
Sâdece Kerkük şehri değil bütün Kerkük İli ele alındığında Kürdlerin çoğunlukda olduğu ibâresini de gördüm. Bunu da ilâve edeyim.
Türkiye öteden beri, yâni Irak ve Sûriye Türk yönetiminden çıkıp 30 yıl kadar İngiliz ve Fransız “himâyesi”nde kaldıkdan sonra bağımsızlıklarına kavuşdukları andan îtibâren bu iki yeni devletin toprak bütünlüğünden yana olmuşdur.
Bunun sebebi ise basitdir:
Eğer parçalanırlarsa her iki ülkenin kuzeyinde de kanlı etnik çatışmalar patlak vereceği ve bunların kolaylıkla Türkiye’yi de etkileyebileceği ihtimâli Ankara’nın korkulu rüyâsı olmuşdur.
Peki, günümüzdeki durum nasıl?
Görebildiğim kadarıyla “Kürd İrredantizmi” yâni bir tür “Kürd Tûrancılığı” diye adlandırabileceğimiz bütün Kürdleri tek bayrak altında toplama ülküsü günümüzde eskisine nazaran çok daha güçlü bir şekilde devâm ediyor.
Öte yandan Türkiye’nin artık eski Türkiye olmadığı da bir gerçek. Türkiye, bundan otuz kırk sene öncesi şöyle dursun beş sene evvelki Türkiye’nin bile fersah fersah ilerisinde âdetâ bambaşka bir ülke.
Kanaatimce bugün Türkiye, bütün eksiğine gediğine, hattâ yer yer tüyler ürpertici aksamalarına rağmen artık hem en yakın ve hem de biraz daha geniş çevresi için aydınlık denebilecek bir “model” olma özelliğini kazanmışdır.
Belki çok özel şartları olan Rusya’yı hâriç tutabilirsiniz, fakat Türkiye, hiç değilse ekonomik zâviyeden artık bir AB üyesi Yunanistan’a dahî neredeyse fark atar hâle gelmişdir. Bakınız kıvranıyorlar ve problemleri öyle kırk elli milyar avro ek yardımla giderilebilecek türden de değil, çünki hatâ sistemlerinin özünde!
Bana kalırsa Türkiye, eğer fevkalâde akılsızca adımlar atarak kendi yolunu bizzat tıkamazsa önümüzdeki beş altı yıl içinde “model ülke” olma husûsiyetini çok daha bâriz şekilde pekiştirir.
Sırf bunu izlemek için hayatda kalmaya değer!
Benden söylemesi...