Son günlerde bazı futbolcular özelinde yaşanan olaylar her ne kadar bir "dolandırıcılık" silsilesi olsa da aslında ders almasını bilenlere dünya ve ahiret için büyük ibretler barındırıyor.
Para, modern zamanların en etkileyici ve tehlikeli oyuncağı. Bu oyuncak, bazen en zenginleri dahi daha fazlasını isteme hırsı ile kör edebiliyor.
Bu hikâye, zenginliklerini hırs uğruna kaybedenlerin hikâyesidir.
Bir zamanlar, servetlerinin büyüklüğüne şaşkınlık düşen insanlar vardı. Onlar için dünya, bitmek bilmeyen bir şans oyunları arenasına benziyordu; her köşede yeni bir fırsat, her kararda daha büyük bir kazanç vaadi bulunuyordu.
Ancak bu arenada, her büyük ödülün arkasında bir yanılgı, her parlak fırsatın içinde bir tuzak gizliydi.
Bu hikâye, zenginliğin doruklarından, hırsın karanlık vadilerine düşenlerin hikâyesidir.
Onlar, altın varaklı gözlüklerle gerçeği göremeyenler, parlak gelecek vaatlerine o kadar kapılmışlardı ki ayaklarının altındaki zemini hissetmeyi unutmuşlardı.
Bu trajik öykünün kahramanları, yükseklerde uçarken, Ikarus'un kaderini paylaştılar.
Güneşe çok yaklaştılar ve sonunda, altın kaplama kanatları eriyip düştü. Bu düşüş, onların sadece maddi zenginliklerini değil, aynı zamanda güven ve itibarlarını da alıp götürdü.
Bu hikâye, sadece maddi değerlerin kaybıyla ilgili değil, aynı zamanda bireysel değerlerin, güven ve özsaygının kaybıyla da ilgilidir.
Bu insanlar, zenginlik uğruna her şeyi feda etmeye hazırdılar, ancak sonunda en değerli varlıklarını -insanlıklarını ve vicdanlarını- kaybettiler.
Onların hikayesi, bize hırsın ve açgözlülüğün sadece maddi değil, aynı zamanda manevi kayıplara da yol açabileceğini hatırlatıyor.
Anlatmaya çalıştığımız, bu dolandırıcılık olayının dünyaya bakan yönü. İnsan, "ne olacağına" değil de "ne olduğuna" bakınca yanılgıya düşüyor.
Dört sene önce futbolcu Arda Turan'ın karıştığı bir olay üzerinden "Arda Turan bize ne anlatmak istiyor?" diye bir yazı yazmıştım. Her iki yazıda da başlıkta Arda Turan'ın isminin geçme sebebi ise Türkiye'nin Arda Turan'ı çok sevmesidir. Onun hikâyesi çocuklarımıza bir başarı öyküsü olarak anlatıldı.
O gün de bugün de şahit olduğumuz hikâye hepimiz için ibretler barındırıyor.
Bu hikâye, işlerin her zaman kötü gitmeyeceğini, çalışırsak "makûs talihimizi" yenebileceğimizi ama zirveye çıktığımızda da rüzgâra kapılmadan sabit durmamız, etrafımızdaki kar, kış, kıyametten etkilenmememiz gerektiğini söylüyor bize.
Güzel günler geçirmemizin bizim elimizde olduğunu, bunun için mücadele etmemiz gerektiğini ama aynı zamanda bu güzel günleri muhafaza etmek için, etraftan gelecek tehlikelere karşı uyanık olmamız gerektiğini söylüyor bize.
Bir Müslümanın en büyük sermayesi "iman"dır. Yukarıdaki hikâyede "para"nın yerine "iman"ı koyduğumuzda benzer olaylar yaşayabiliriz.
Hiç kimse ne kadar zengin olduğuna güvenemeyeceği gibi bu dünyadan "iman" üzre gidebileceğimizin de bir garantisi yoktur.
İman, insanın adım atarken başının üzerinde taşıdığı bardaktaki suya benzer. Her adım attığında vücudun yalpalanmasından ötürü oluşan sarsıntı neticesinde bardak içinde oluşan dalga suyu dışarı atar. Neticede bardağın boş kalmaması için su takviyesi yapılması gerekir.
Mütemadiyen desteklenmesi ve tazelenmesi gerekir imanın.
Üstelik buradaki dolandırıcı daha tecrübeli: Şeytan! Sonuçta Cennet'te yaşayan anne ve babamızı bile kandırmış!
Maç metaforunda anlattığımız şu: 90 dakikanın son dakikasında dahi temkinli olmak gerektiği gibi hayatın 90 dakikası da ömürdür. Son nefese kadar temkinli olup imanı kaybetmemek gerekir.
Hayat da bir maç gibidir. Oyunun her anında dikkatli olmalıyız.
Hem dünyevi hem de manevi zenginliklerimizi korumak, hırsın ve açgözlülüğün tuzaklarına düşmemek için uyanık olmalıyız.
İmanımızı koruyarak ve güçlendirerek bu dünyada ve ahirette gerçek zenginliğe ulaşabiliriz.
Bu da ancak ahlaklı insan olmakla sağlanır.
Peki, ahlak ne ile sağlanır?