Asya'yı hallaç pamuğu gibi sallayan fırtınalar, maddi dünyada yol açtıkları vahim neticelerle anons ediliyor haberlerde. Evler yıkılmış, çatılar uçmuş, köprüler patlamış, insanlar kaybolmuş, kapkara hortumlar, sanki yeryüzünü yutuyor, gökyüzü karanlık ve çok kızgın... Bu, işin görünen yüzü... Bir de manevi yıkılışlar, kopuşlar, çöküşler var... Ruhlara kör gözlerimiz, gönülleri inciten, kalpleri darmadağın eden, irademizi ve umutlarımız yıkan, gözlerimizin nurunu çalan manevi fırtınalar esiyor, ruhlara kör gözlerimiz...
Sessizce bizleri rehin alan, ama artık gök gürültüsü şiddetiyle patlayan bir sapmayla karşı karşıyayız; insanlıktan sapma! Geçtiğimiz hafta 'Narin'ciğin sulara bastırılmış küçük bedeniyle gündeme düşen- aslında çok da düşmeyen bir haber okudum mesela; ülkemizde 2008-2016 yılları arasında 105.000 çocuk hakkında kayıp başvurusunda bulunulmuş. Yani 8 yılda 105.000 çocuk ortadan kaybolmuş... (Gerçi karakollara çocuğum kayboldu diye ağlayarak gelen anne-babalar, birkaç saat sonra çocuklarını bulduklarında çok seviniyorlarmış lakin, başvuru sisteme girdiği için, 105.000 sayısı da büyük ihtimalle bu kadar kabarık olabilir) Ama neticede çocukların kaybolması diye bir şey var.. . Sessizce buharlaşmış, uçmuşlar sanki... 2020 yılında TUİK suç mağduru çocukların mağduriyetleri hakkında bir çalışma yapmış. Mağdur çocukların %55'i yaralanmış olarak bulunuyormuş. %12'si cinsel suçların mağduruymuş...
Tüm ülkenin yüreği burkuldu Narin'in hazin sonuyla... İnşallah en kısa zamanda suçlular bulunur ve cezalarını çekmek üzere mahkum edilirler. Narin'in ardından hiç iyi bir sınav veremedik. Birbiriyle reyting savaşına giren haber kanalları adeta Narin'in küçük bedeni üzerinde ter ter tepindiler. Bu faciayı Kur'anı Kerim kurslarıyla, insanların dini inancıyla bağlantılı şekilde lanse etmeye çalışanlar mı, aile siyasi olarak DEM partili olduğu halde sanki hükümet yanlısıymış gibi, hemen hükümet aleyhine yürüyüşe kalkanlar mı... Narin'e defalarca kıyıldı...
Bu arada genç bir kadının nü fotoğraf ve videolarını satarak dolar zengini oluşu hikayesi yayıldı topluma... Nasıl bu ikisi aynı anda ortaya çıktı anlamak zor. Ama dışarıdan bakıldığında, toplumumuzun ya kızlarını kendi elleriyle öldürdüğü veya fuhuş pazarında bedenini satarak dolar zengini olan kızlarını nasıl alkışladığını, hayretle seyreder...
Bu mu bizim resmimiz?
Ana haber saatlerinde herkesin birbirini rahatlıkla vurduğu, öldürdüğü, yok ettiği bir şehir yaşamı portresi var, farkında mısınız?
Zengin ol da nasıl olursan ol fırtınası esiyor, aslında estiriliyor sizler de üşüyor musunuz?
İster masum bir çocuğu katletmek olsun, ister yaşlı bir amcayı tekme tokat dövmekle olsun, isterse vücudunu satarak kazandığı dolarlarla övünmekle olsun, hayasızlık fırtınası esiyor üzerimizde. İnsanlar birbirlerini dolandırıyor, hırsızlık, fuhuş, uyuşturucu artıyor, artmak da ne kelime bunlar övünç kaynağıymışçasına özendiriliyor...
Haya; utanma, mahcubiyet, ar duygusu demek, utanmazlığın özgürlük olarak çarpıtıldığı bir vadide geleneğimizi kuran bu gibi kavramları yeniden güncellememiz gerekiyor. Haya, hayat demek aynı zamanda, yani sadece içsel bir duygu ve geri çekiliş, çekinme değil, hayatta pratiği, izdüşümü olan, canlı olarak anlam bulan bir duruş... Aslında varoluşumuzun ritmidir, ritmi olmalıdır haya... Esnaf, tüccar, konu-komşu, öğretmen- öğrenci, amir-emekçi, kadın-erkek, yaşlı-genç, zengin-yoksul, hasta-sağlam hepimiz birbirimize bu haya düsturu bağlamında nezaketle, saygıyla davranmamız gerekiyor.
Kendimize toplum olarak acilen çeki düzen vermemiz gerekli. Bu hayasızlık girdabının üstünü örtmek kimseye hayır getirmez...
Son not: Mucemmî b. Hârise b. Zeyd. b. Hârise, amcasýndan rivayet etti. Rasulullah (sav) buyurdu ki:
- 'Hayâ îmandan bir şubedir. Hayâsı olmayan kimsenin imanı da yoktur...'