Söyleye söyleye dilimde tüy, yaza yaza kalemimde mürekkeb bitdi ama derdimi hâlâ anlatamadım:
İnsan anlamını doğru dürüst bilmediği kelimeyi kullanmamalı!
Kaldı ki bilmediğiniz kelimenin anlamını öğrenmek o kadar da zor bir iş değil. Muhtelif boyutlarda ve sayfaları birbirine bağlanmış kâğıt tomarları var. Bunların genel adı “Kitab” oluyor.
Bunlardan bir bölümünde ise binlerce, bâzen onbinlerce kelimeyi ardarda ve altalta dizerek yayınlıyorlar. Aynı haflerle başlayanlar biraraya getirilerek basılıyor bu kâğıt tomarları. Adını da “sözlük” koymuşlar. Yanılmıyorsam “söz” kelimesinden türetilmiş bir kavram. “Sözler Kitabı” filan gibi bir mânâya geliyor anladığım kadarıyla.
Ne işe yaradığına gelince; o sözlerin ne demek olduğunu da hemen karşısına kaydetmişler.
Meselâ “söz” kelimesinin ne anlama geldiğini merâk ediyorsunuz diyelim. O zaman derhâl etrafdan bir “sözlük” bulup buluşturuyor ve S harfinin bulunduğu bölümü açıyorsunuz. Bu S harfi, R’den sonra ve Ş’den evvel gelen harf. Eğer bunların nerede olduklarını bilmiyorsanız S’ya bakacaksınız. Çünki S’nin iki yanında yer alırlar.
İşte orada “söz”ün ne anlama geldiği yazılı.
Şimdi diyeceksiniz ki ‘Kardeşim, bunlardan bize ne?’; bunlar bizi bozar. Hem buncaişimiz var. Hergün oturup gazetemize köşe yazısı yazıyoruz. Baskıya yetişecek. O arada oturup bir de şu kelime nasıl yazılacakmış da yok öyle miymiş de böylemiş miydi de vakit mi kaybedeceğiz?
Evet ama işte ben de zâten onu demek istiyorum. Mâdem ki yazılarınızı milyonlarca, hattâ bilhassa sizin yazdıklarınızı milyarlarca insan yutarcasına okuyor, o vakit sâdece NE yazdığınıza değil NASIL yazdığınıza da dikkat edeceksiniz!
Söz temsîli “mukabele bilmisil” yerine “mukabele-i bilmisil” yazmayacaksınız! Zîrâ bileceksiniz ki o iki kelimeyi Farsça tamlama hâline sokarsanız “bilmisilin mukabelesi” gibi zırva bir şey olur. Oysa kasdedilen “misliyle mukabele”dir, yâni “aynıyla karşılıkverme” anlamında.
Yine “nefs-i müdâfaa” diye saçmalamayacaksınız. Türkçe tamlamaya çevirince o da “müdâfaanın nefsi” gibi bir hıyarlık oluyor. Oysa bunu adam gibi “nefsi müdâfaa” şeklinde yazarsanız, insanın kendini savunması demek olduğunu herkes hem daha kolay anlar hem de daha önemlisi siz doğru Türkçe yazmış olursunuz.
Değerli Arkadaşlar!
“Zorla tehcir” diye bir söz de yokdur “Güzelim” Türkçemizde!!!
“Tehcir” zâten insanları zorla bir yerden başka bir yere göç etdirmekdir!
N’est-ce pas?
Okunuşu “nessssöpa” olan bu kelime gâvurcadır ve “Anlaşıldı mı, ulan?” mânâsına gelir.
Böyle aynı anlama gelen kelimelerin bir arada kullanılmasına ise “oxymoron” (oksimoron) denilmektedir. “oxys” (zekîce) ve “moros” (aptalca) adverblerinden türetilme bir kavram. “Islak yağmur” gibi...
Ancak birer oksimoron olmalarına rağmen artık “galat-ı meşhûr” oldukları için doğru yerine geçen kavramlar da vardır: Yağız at, nabız atışı, kasdî hatâ, sessiz çığlık, kara güneş gibi...
Bu türlerine “contradictio in adiecto”(eklemeli tezad) adı da verilir.
Bugünlük benden bu kadar...
P.S.: Oxys ve moros kelimelerinin hangi dilden geldiğini kasden belirtmedim. Doğruyu bilenler arasında keşîde edilerek çekilecek olan ad çekimi kur’âsında kazanacak olan ganyanlardan birinciye 100 dosya kâğıdı, ikinciye ise yine yüz eser-i cedîd varakası armağan edilecek, olmadı peşkeş çekilecekdir.