“İstanbul'da özel bir hastanede, doğum sırasında karıştırılarak biri Trabzon'da, diğeri Adıyaman'ın Besni İlçesi'ndeki ailelerde büyüyen 4 yaşındaki çocuklar, mahkeme kararıyla biyolojik ailelerine teslim edildi. Fakat çocukların bu değişim sonucu psikolojileri bozuldu”
Haber bu.
Sadece Yeşilçam filmlerinde olur sanıyorduk, ama öyle değilmiş.
Bırakın 4 yaşını, bizim bir yaşındaki Asaf için eşime döndüm, “Hastaneden arasalar, karışmış deseler ne yaparsın?”
“Ölürüm de vermem” dedi, hem de hiç düşünmeden.
Anneyi anne, çocuğu evlat yapan şey zannettiğimiz gibi “ondan bir parça” olması değilmiş demek ki.
Demek ki kurulan bağ, geçirilen zaman, yaşanılan anılar, her biri birer ince sicim gibi birleşe birleşe koca bir halat oluşuyor.
Konu burada, tam da bu halatta duruversin, zira bu noktadan evliliğe ve boşanmalara bağlanacağım.
Evlilik kurumu ciddi tehlike ve tehdit altında.
Yeni evli her 5 çiftten 2’si ilk 5 yılda boşanıyor. Yani %40 ve bu oran hızla %50’lere doğru ilerliyor.
Peki sebep ne?
Çok fazla sebep var, işte birkaçı.
- Evlilik yaşı çok yükseldi. 30’lu yaşlara kadar tırmandı. Genç yaşlarda daha esnek, daha tahammüllü, daha uyumlu olan bireyler 30’lu yaşlarda artık kararları, tercihleri, zevkleri netleşmiş, adeta kurallaşmış hale geliyor. Birbirlerinde eriyemiyorlar, aynı evin içinde iki ayrı hayat yaşanmaya başlıyor.
- Özellikle de büyük şehirlerde genç çiftler evlerini çoğunlukla 1+1 veya 2+1 olarak tercih ediyor. Çünkü büyük evler ve o evleri doldurmak maliyetli. Bu evlere çiftler bile zor sığdığı için misafir ya da aile büyüğü ağırlanamıyor. Misafirsiz ev hem bereketsiz hem de sıkıcılaşıyor. Aile büyüğü olmayan evde kavgaların bir bariyeri, üst limiti olmuyor. Kısacası bu daracık, kibrit kutularına sığışmış mutsuz çiftler bir süre sonra ayrılıyor.
- Boşanmaların bir diğer sebebi de boşanmalar. Nasıl yani diyeceksiniz, şöyle ki; artık boşanmak çok sıradan, çok kolay, çok alışıldık. Çünkü etrafta yüzlerce boşanmış çift, dağılmış yuva var. Hatta evlenirken bile “Bakarım, olmadı ayrılırım” psikolojisine psikologlar işaret ediyor.
- Bir diğer etken PARA, varlığı da yokluğu da… Tarihin ilk çağından beri “Evin direği” ve dışarıdaki avcı rolünden dolayı paranın varlığı ve çokluğuna erkek daha alışkın. Ama kadın, bireysel ve yüksek gelire sahip olduğunda en ufak tatsızlıkta “maddi gücüm de var, neden çekeyim?” sorusuna cevap aramaya başlıyor. Paranın yokluğunda ise çevre baskısı, instagram’da takip edilen ve özenilen lüks hayatlar, enjekte edilen ben bu dünyaya rahat yaşamaya geldim saplantısının karşılık bulamaması sonucu yine sorunlar çıkıyor.
Düşünün, bir-iki yaşında olan ve üstelik kendinin de olmayan bebeği için “ölürüm de vermem” diyen çiftler, birbirlerinden kolayca vazgeçebiliyor.
Neden?
Çünkü ortak payda, ortak yaşanmışlıklar, hatıralar, anılar eksik veya çok az. Birlikte zaman geçirmeye fırsat yok, ya da biz öyle diyoruz.
Fırsat vermeli insan; kendine ve karşındaki insana..
Birlikte yaşayabilme fırsatı, vakit geçirme fırsatı, paylaşabilme fırsatı…
Tahammül sınırımız çok düştü. Eskiden 20 saatlik yolu, içinde sigara içilen, su istediğinizde elde durmayan poşet suların verildiği Mercedes 304 otobüslerle gittiğimiz memleketimize şimdi günde 3 uçak seferi düzenleniyor ve uçaklar 1.5 saatte gidiyor. Ama o 1.5 saatlik uçuşta yarım saat rötara bile tahammül gösteremiyoruz.
Yeni evli çiftler sabredip, tahammül gösterip, anılar, paylaşımlar üretebilirse, her gün yeni ortak paylaşımlarla, yeni hatıralarla tıpkı bir bebeğe alışır gibi alışabilirse azaltılabilir bu boşanmalar.
Aksi takdirde bir olacak, birlik olacak, kol kola girip birlikte çalışacak, birlikte yaşayacak, bu ülke için hayırlı evlatlar yetiştirecek o gencecik çiftlerin biri bir yana, biri diğer yana savrulup gidiyor.
Kurtaralım genç yuvaları, gençler kurtarın yuvalarınızı...
***
Tüyler ürperten bir diyalog.
Kahramanları Zalgiris Kaunas Koçu Sarunas Jasikevicius ile Jasikevicius’in maç sonu basın toplantısını izleyen bir gazeteci.
Koç, yarı final maçları sırasında çocuğu doğan takımın önemli oyuncularından Augusto Cesar Lima’ya izin vermiştir. Gazeteci de bunu sorar koça.
Gazeteci: Augusto Lima'nın yarı final serisinin ortasında çocuğunun doğumu nedeniyle takımı bırakıp gitmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Jasikevicius: Ne mi düşünüyorum? Ona ben izin verdim.
Gazeteci: Ama bir oyuncunun yarı final sırasında takımdan ayrılması normal mi?
Jasikevicius: Çocuğun var mı?
Gazeteci: Hayır
Jasikevicius: Çocuğun olduğunda, genç adam, anlayacaksın.Çünkü bu insanın en mükemmel tecrübesidir hayatta. Gerçekte iyi soru! Basketbolun hayattaki en önemli şey olduğunu mu düşünüyorsun?
Gazeteci: Hayır, ama yarı final önemli
Jasikevicius: Yarı final? Kim için önemli?
Gazeteci: Takım
Jasikevicius: Hangi takım için?
Gazeteci: Zalgiris
Jasikevicius: Maçtaki taraftarların sayısını gördün mü?
Gazeteci: Gördüm.
Jasikevicius: Önemli mi? İlk defa çocuğun olduğunda hayatta neyin daha önemli olduğu göreceksin.Sonra gel ve benimle konuş. Çünkü hiçbir şey bir çocuğun doğumundan daha görkemli değildir. İnan bana. Hiçbir başarı veya başka birşey... Lima, şu an duygusal olarak cennette. Ben de onun adına çok mutluyum.
Etrafınıza bakın, yüzlerce baba göreceksiniz “Çocuğumun doğumunu göremedim” ya da “Çocuğum büyürken yanında olamadım” diyen.
Baba olana kadar “Bu hayatta yaşamadığım hiçbir şey kalmamıştır herhalde” diyen birine “Meğerse hiçbir şey yaşamamışım” dedirtiyor baba olmak denilen şey.
Hayattaki gerçek önceliklerimiz gerçekten öncelikli mi?
Kariyer, iş-güç, merkeze koyduğumuz hırslarımız, başarı beklentilerimiz güzel bir hayat yaşamak için araç olması gerekirken esas amaçlara dönüşmüş, bizi de peşlerinden sürüklüyor olabilir mi?
O en çok önem verdiğiniz ihale , gerçekten önemli mi?
Takımın yarı final ya da final maçı, gerçekten hayat-memat meselesi mi? (Not: Memat, ölüm demektir)
O giremediğinizde ölmek istediğiniz, giremezseniz dünyanın sonu demek olan sınav, gerçekten dünyanın sonu mu?
Hepsini geçtim, Jasikevicius’un söylediği gibi söyleyelim.
Şu saydıklarımın hepsini toplasak, bir bebeğin dünyaya geliş mucizesinin binde biri eder mi?