PKK’nın teröre devam etmek için sayısız nedeni var. Sipariş çok. Avrupa, Asya, bazı komşular, komşu olmayan bazı ülkeler. Herkese lazım terör! Piyasa yükseliyor.
Bakın, piyasadaki boşluğu DHKP-C doldurmaya uğraşıyor. DHKP-C’nin birden grafiği yükseltmesinde bu ‘boşluk’ çok önemli bir faktördür. Tabiat boşluk kaldırmaz ve boşluk büyük.
Bu ‘çözüm süreci’nin en kıymetli tarafı, o ‘büyük’ dediğimiz ‘boşluk’u küçültecek olması, mümkünse yok edecek olması.
Dağdaki ‘bey’ler ne olacak? Terör-sonrası dönem, onları ‘kurtaracak’ mı? Buradaki ‘kurtaracak’ lafını ‘ticari’ olarak alalım lütfen. Hani, esnafla pazarlık yaptığınız zaman, ‘kurtarmaz abi’ derler ya, o anlamda ‘kurtarmak’. Herkesin malumu artık, PKK aynı zamanda bir şirket.
Bu şartlarda aralandı ‘çözüm’ perdesi.
İyi de oldu. Büyük bir umut yeşerdi. Bu umut, Türkiye’deki bütün ‘iyi niyetli’ insanların yüzlerine yansıdı.
Ne oldu, ‘çözüm’ kelimesi yeniden keşfedildiği günden itibaren?
Birini başta yazdım, DHKP-C tırmanışa geçti. Başka?
Paris’te üç PKK yöneticisi kadın öldürüldü.
Bu olay, örgüt içinde hiç mi dalgalanmamıştır? Hiç mi yorumlanmamıştır? ‘Süreci baltalamaya yönelik’ lafından öteye geçen hiç mi yankısı olmamıştır?
Bence olmuştur.
Böyle gelişmelerin, ‘çözüm süreci’ni etkileme potansiyeli vardır.
Başka? BDP’li vekillerin Karadeniz’deki programları sırasında ortalık karıştı.
Bu da bir şeylerin göstergesi. Bir damar var. Bir ‘Ergenekon’ damarı. Kandan besleniyor. O damar, hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Ortamı müsait bulduğunda, fışkırıyor!
Sinop’ta olanlar, o ‘damar’ın hoşlanacağı bir rüzgar estirmemiş midir?
Başbakan Erdoğan, erken geçti o rüzgarın önüne.
“Gelenler bu ülkenin seçilmiş milletvekilleri. Yapılacak toplantı yasalar içinde olduğu sürece saygı duymak zorundasın. Seçilmişlere saygı duyacaksın”dedi.
Çözüm sürecinin hassasiyeti sebebiyle, BDP’li vekilleri, dolayısıyla BDP’yi -görüşlerini, siyasetlerini hiç paylaşmamasına rağmen- o taşkınlıklara, o saldırganlıklara karşı bir bakıma müdafaa etti.
Son derece ilkesel, kararlı bir tavırla, büyük bir kapı açtı, BDP siyasetine.
BDP’nin tutumu da kayda değer. BDP, Karadeniz gezilerini iptal etti bu gerilimleri görünce. Bu da o ‘mikroplu’ rüzgara karşı, doğru bir tedbir.
Bu sürecin başından sonuna kadar, hatta sonundan sonra bile, dikkat edilmesi gerekiyor, ‘Ergenekon damarı’na.
İmralı’ya gidecek BDP heyetinin bir türlü oluşamamasının, bu konuda uzlaşmanın hala sağlanamamasının bir anlamı olmalı.
Öcalan ‘çözüm’den yana bir tercihte bulundu. Şu ana kadar eğilim böyle. Bu eğilimin devam etmesi lazım. Öcalan’ın mesajlarının doğru algılanması ve muhataplarına doğru iletilmesi, hayati önem taşıyor.
Bu süreçte, PKK ve BDP dışı unsurların hassasiyetlerinin de göz önünde bulundurulması gerekiyor. Eğer İmralı’ya gidecek vekiller için -telaffuz edilmeyen- ‘kriterler’ geliştirilmişse, bunun sebebi, o hassasiyetler olabilir.
Çözüm sürecini yönetenlerin, bütün bunları dikkate almaması, düşünülemez.
Daha açık yazalım. Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, çözüm sürecini yönetenler, haklı olarak, PKK ve BDP dışı faktörleri de dikkate alıyor ve adımlarını buna göre atıyorlar.
İmralı’ya gidecek heyetin de, çözüm karşıtlarına yeni argümanlar vermeyecek vekillerden oluşmasına özen gösteriyorlar.
Bütün bunlar, durumun ‘nezaket’inin göstergeleri.
Bir hasta düşünün. Yoğun bakımda.
Hastanın adı ‘Barış’ olsun.
Üzerinde çeşit çeşit ilaçlar denenmiş. Fayda etmemiş. Kimi ilaç içirmiş, kimi zehir. Hasta iyileşmemiş.
Bu hasta ayağa kaldırılacak. Nabzı, tansiyonu, ne yediği, ne içtiği, ilaçları, serumu, uykusu, uykusuzluğu, her şeyi çok önemli.
Hastanın iyileşmesini istemeyenler, isteyenlerden daha çok. ‘PKK niye terörü bırakıyor’ diye karnı ağrıyan, tansiyonu çıkan solcular, ulusalcılar bile var.
Hasta ölsün isteyenler çok.
Barış ölsün isteyenler çok.
Herkesin hassas davranmasında fayda var. Bu hassasiyet şikayetçi olunacak bir şey değil.
(Son haber: İmralı’ya, Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan gidecek. Bu üç isim, BDP ‘tayf’ındaki üç ana ‘ton’u yansıtıyor. Yani ‘renkli.’ Hayırlı olsun.)