Forvet. İflah olmaz, uslanmaz bir forvet. Otobüs bekler gibi, altıpasta top beklemiyor. Oyunu kuruyor, golü hazırlıyor ve atıyor.
Nasıl olsa galibiz, maç bitti bitecek, deyip oyunu asmıyor. Sürekli aktif.
Bunu anlatmak istiyordum. Başbakan Erdoğan’ın bir ‘politika yapıcı’ olarak performansını.
‘Tarihi taziye’nin ezberleri nasıl bozduğunu. Bütün muarızlarını nasıl aciz bıraktığını...
Bir milleti, koca bir ülkeyi, bir politikaya ikna etmek büyük iştir.
Hatırlarsınız, Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu, Dersim katliamı tartışmalarında nasıl kendi içine çekilmişti. CHP, kendi liderini nasıl susturmuştu.
Başbakan Erdoğan ‘barış süreci’ne bütün Türkiye’yi adım adım, aşama aşama ikna ederken, diğer siyasiler nasıl bir başdönmesine tutulmuştu.
Başedemiyorlar. Bu yüzden, kural çiğneyerek, paralel veya çapraz, fauller yaparak, hakem satın alarak durdurmaya çalışıyorlar Erdoğan’ı.
Çelme takıyorlar, itiyorlar. Düşmesi lazım, düşmüyor.
O düşeceğine, çelme takan kendisi düşüyor.
Düşüyor ve bir de mızmız. ‘Erdoğan beni düşürdü’ diye, zır zır ağlıyor.
Güzelim, sen taktın çelmeyi, sen düştün, ne ağlıyorsun?
Ağlıyor işte. Meşrebi öyle, cinsi öyle.
Ermeni meselesi, Türkiye’nin en önemli ‘dava’larından biridir.
Erdoğan, kerameti kendinden menkul tatlısu ve tuzlusu muhalifleri ‘diktatör’ lafını geveleyip dururken, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık ezberini bozdu.
Bunu yazacaktım. Birden hava değişti. Baktım, ekranlarda, tanıdık bir sima...
40 yılın Haşim Kılıç’ı, hiç beklemediğim bir şekilde, hukuki açıdan asla tatmin edici olmayan, dört bir tarafı açık, gevşek; beşeri açıdan ise adab-ı muaşerete mugayir bir konuşma yapıyor.
‘Benim hiç beklemediğim şekilde’ diyorum, çünkü bu üslup, tanıdığım Haşim Kılıç portresiyle çelişiyor.
Emeği vardır Haşim Kılıç’ın. Hatırı vardır, mazisi vardır. Bir kalemde, o hatır, o hatıra çizilemez.
O hatır, o hatıra çizilemez de, milletin hatırı, milletin davası, bir kalemde çizilebilir mi?
Haşim Bey’in dünkü konuşması, maalesef, böyle düşündürüyor.
Sanki, şu olup biten işlerden, hiç bir şey anlamamış.
Ulusal ve uluslararası kampanyalar ve darbe teşebbüsleri karşısında özellikle son yıllarda yoğunlaşan mücadelenin, bir iktidar mücadelesi değil, milletin varolma mücadelesi olduğunu görmemiş.
Hatırını sayıp konuşmasını dinlemeye gelen ‘seçilmiş’ konuklarına karşı oldukça kaba.
Sizden, istense istense ‘adalet’ istenir, nereden çıktı şimdi o gömlek?
Ya Twitter kararı?
AK Parti çevrelerinin Twitter kararına getirdiği eleştiri, hukuki bir eleştiriydi.
Açıkça, ‘yargı süreci tamamlanmamış’ bir mesele diyordu Hükümet tarafı.
Ayrıca, Türkiye’de vergi ödemeyen, Türkiye’nin yargı kurumları açısından ‘kabil-i hitap’ olmayan bir şirketti Twitter.
Ve süreç, iktidarı haklı çıkardı. Twitter, Türkiye’deki yargı kararlarına uymayı taahhüt edince, sorun kendiliğinden çözüldü.
Haşim Kılıç, hukuk lisanıyla yapılan bu eleştirilere, ‘duygusal’ bir cevap veriyor.
‘Yargı süreci tamamlanmadı ama, Avrupa’ya karşı ayıp olacaktı’ türünden, sübjektif, hukuk lisanı açısından ‘mugalata’ sayılacak bir izah getiriyor.
Bunu yaparken, Meclis’i, Meclis’in temsilcilerini tahfif ediyor.
Neden böyle yaptı Haşim Kılıç, bilmiyor mu adab-ı muaşeret?
Siyaset mi yapmak istiyor?
Zannetmem. İnsanlar, bazen vehimlere, kuruntulara kapılabilirler. Bu normal. Fakat Haşim Kılıç’ın, aklında siyaset varsa bile, şu gördüğümüz yoldan girmesi normal değil.
Hukuk mu? Haşim Bey, ‘hukukun hukuku’nu korumak için mi böyle konuştu?
Hayır. Hiç de öyle görünmüyor. Hukuk, haklı konuşur. Bu konuşma haklı değil.
Ben, bir bilgiye sahip değilim, Haşim Kılıç’ın neden böyle yaptığına dair.
Şunu biliyorum:
Bütün bunlar, Haşim Kılıç’ın kendi ‘hikayesi’yle çelişiyor.