Hasan Karakaya Ağabeyimiz Hakka yürüdü! Hem de Mü’min olan herkesin, günün birinde dünyaya veda etmeyi murad edeceği bir beldeden uçtu ahirete... Medine-i Münevvere’den geçti anayurduna...
1999-2011 yılları arasında Vakit/Akit Gazetelerinde Hasan Ağabey’in yazım kadrosunda kalem tutma bahtiyarlığını yaşamış birisiyim. Gazete yazarlarından Yaşar Kaplan beyefendi, 28 Şubat darbe sürecinde bir gece vakti evinden derdest edilmiş, sonrasında uzun süre kendisinden haber alınamamış, en nihayet Askeri Cezaevinde tutulduğunu öğrenmiştik. Eşi yazar Canan Ceylan Hanım o kayıplık günlerinde “Yaşar Ağabeyinin sayfası yetim kalmasın, onu bulana kadar seninle nöbetleşe yazalım” demişti. Hasan Karakaya ağabeyimiz de onay verince, yedek kulübesinde bekleyen bir çocuk gibi atılmıştım hücum selinin ortasına. Korkunç günlerdi. Simsiyah. O geçidi Hasan Karakaya’nın kaptanlığında Vakit ve
Akit gazeteleriyle yarıp geçmeye çabalıyorduk... Gazeteye keskin nişancılar mı gönderilmiyordu, barikatlarla mı çevrilmiyordu, neler neler, 312 generaller, faili meçhuller, topyekun ilan edilmiş savaşlar, silahlı silahsız kuvvetler...
Mustafa Karahasanoğlu’nun Hasan Karakaya kaptanlığında kurduğu efsane kadrosuyla Vakit/Akit gazetesi, adeta bir müdafa-i hukuk bilinciyle mücadele veriyordu tüm 28 Şubat boyunca. Tek başına!
***
Hasan Karakaya Ağabey, benim ve ailemin Umre arkadaşıdır. Birlikte idrak ettiğimiz umre günlerinde, onun hiç bilinmeyen, herkesten kaçındırdığı iç dünyasıyla tanışmak da nasip olmuştu. O kadar çok ağlıyordu ki Umre’de, o kadar çok tavaf ediyor, hıçkırıklar içinde adeta helak oluyordu. Kız kardeşimle ben hayret ediyorduk onun bu dervişane, aşık hallerine... Tuttuğum notlarda şunlar yazılı:
“Hasan Karakaya, tanıdığım en güçlü santrafordur, bunu yedek kulübesinden bir gazeteci olarak yazıyorum. Yazım tarzı, Avukat Verges’i andırır, saman kağıda kurşun kalemle yazar, daktilosu matkaptır, her yazısı “savunma saldırıyor” stiline çıkar. Pike yapmadan, bulvara, avangarda yaslanmadan tamamlamaz hiçbir uçuşunu. Ben onu tanımazdan evvel, boyu iki metre civarında pehlivan endamlı birisi zannederdim. Oysa bir atom karıncayı andırıyor. Bir tekvando şampiyonu beklerken, Umre’de yufka yürekli bir derviş çıktı karşımıza... Onun o kalabalıklardan sıyrılış azmi, herkesten ayrı bir köşede başı önde gözyaşları içinde ağ
layışları, yüzünü yakan güneşin altında herkesten çok döndüğü tavafları, özellikle hanımlara gösterdiği nezaket, jest ve tevazu hayret verecek derecede... Asker emeklisi babamla çatışacaklarını zannediyordum ama babam onun nezaketine hayran kaldı. Kız kardeşimle bugün ikindi sonrası tavafta yakaladık onu, çok güzel bir fotoğrafını çektim Hasan Ağabey’in, o kadar çok tavaf etmişti ki yüzü kıpkızıl bir lale gibi yanmıştı. Hudeybiye’de annemle de hasbihal etmişler, Peygamberimizden bahsederken gözlerinden ilanihaye yaşlar süzülüyor... Çöl onun tüm savaş malzemelerini nedametle çıkarttığı, onu yalınayak kılan, kadınlara,
çocuklara, çekirgelere, ağaçlara, tütsülere yakınlaştıran bir tılsıma sahip sanırım... Zülkarneyn gibi çift başlı miğferimiz de olsa, günün birinde kılıçsız pusatsız yakalayacaktır kader bizi. Bizim bıçkın diliyle namlı ve başı beladan zinhar kurtulmayan Hasan Ağabeyimiz buralarda sanki meleklere karıştı...”
***
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl öldüyseniz öyle dirileceksiniz” der ya kutlu sözlerimiz...
Başta kederli ailesine sevgili Aysel Abla’ya, evlatlarına başsağlığı dilerim. Akit Gazetemizin, okurlarının, Milletimizin başı sağolsun. “Allah içiniz ve Allah’a dönücülerden” Hasan ağabeyciğim, Allah’ın affı ve rahmeti, Resulullah’ın şefaati seninle olsun...