Hasan el-Benna. Risalelerinden, çok az okudum. Bölük pörçük, belki bir veya bir buçuk cildine tekabül edecek kadar...
Hatıralarını okudum. Koca bir kitaptı. İhlas, her yerde ihlas, aşk her yerde aşktır, gördüm orada. Şimdi tam zamanı, elime geçse, yine okurum.
Bazı insanların hayatları, yeryüzünde varoldukları süre içindeki halleri, tavırları, yazıp çizdiklerinden çok önemlidir.
Şehid Hasan el-Benna, öyledir.
Kitap olağanüstü bir iştir. İlahi bir bağıştır yazabilmek.
Fikirler, nasıl bir şeydir insanın kafasında? Resim mi? Bulut mu? Renk mi? Ölü mü? Diri mi? Ne?
Her neyse işte, onu yazı yapıp kağıdın üzerine sermek, büyük bir iştir.
Yazmak.
Bilirsiniz, Türkçede hamur açmaya da yazmak denir. Yere bir şey sermeye de yazmak denir. Acayip, hayret edilecek bir şeydir yazmak.
Ve değerlidir.
Ama hayatın kendisi, ‘yazmak’tan çok daha değerlidir.
Mesela, Bediüzzaman’ın yazdıkları çok önemli ve eşsizdir.
Ama, yaşadığı hayat, bin defa daha önemlidir.
Onun boyun eğmeyişi... Onun, bir an bile ‘dava’sından ayrı olmayışı.
Onun, hiçbir şeyi ‘dava’sına değişmeyişi. (Bediüzzaman’ı, nasip olursa, bir başka günde yazalım.)
Hasan el-Benna da öyle. Hayatı, eylemi, yazdıklarından daha önde.
Sisi’nin selefleri öldürdü Hasan el-Benna’yı. 1949’da, 43 yaşındayken, arabasını taradılar.
Hastaneye yetiştirilmesi mümkündü, ama ölmesini istediler.
O’nun ihlasıdır, onun içindeki aşktır, İhvan-ı Müslimin’i bereketli kılan.
İslam dünyasındaki büyük fikir hareketlerinden biridir, İhvan-ı Müslimin.
(Bir diğer büyük hareket, Hindistan’daki Cemaat-i İslami’dir. Risale-i Nur hareketi de bunlardan biridir. Nadha da öyle. Milli Görüş de öyle... Elbette, sahih sufi hareketleri de buna dahildir. Ama bunları tadat etmek bugünün işi değil.)
Kendi dünyamda, İhvan-ı Müslimin’i uzlaşmacı bulduğum zamanlar olmuştur.
“Haa, İhvan mı? İyidir. Allah işlerini rastgetirsin” diye düşündüğüm zamanlar.
Yanlış düşünmüşüm.
Bütün Arap dünyasına ulaşmış, bütün Arap dünyasını etkilemiş, bize kadar gelmiştir İhvan hareketi.
Türkiye’deki İslamcılık, İhvan’ın bir versiyonu değildir, ama İhvan’dan çok yararlanmıştır.
Şimdi, dünyanın türlü hallerini, İslamcılığın faklı farklı çeşitlerini gördükten sonra...
Selefisini, Vahhabisini, Sufiliği, İran’ı, Turan’ı, daha bir çok taraftar bulmuş hareketi aynel yakin gördükten sonra.
İhvan-ı Müslimin’in, bir ‘orta yol’ olduğunu, sahih bir çizgi üzerinde seyrettiğini ikrar etmek istiyorum.
Hayır, ötekileri ‘uzakta’ gördüğümü, ‘dışarıda’ gördüğümü söylemiyorum. Hem ne haddime? Ben mi not vereceğim insanların müslümanlığına? Haşa!
Benimkini, bir ‘özür’ saymak lazım.
İhvan’ı yeteri kadar iyi anlamamanın özrü diyelim. İhvanı uzakta görmenin, yukarıda arzettiğim gibi, “Haa, İhvan mı? İyidir” diye düşünmenin özrü.
Belki, Said Havva’nın Saddam’a yakın olduğunu işitmişizdir, ya da başka bir şey okumuşuzdur.
Belki, Adnan Saadeddin’i, Mervan Bin Hadid’e göre uzlaşmacı bulmuşuzdur. Yani vardır bir mazeretimiz.
Ama bugün...
Mısır’a bakarken. Mısır’da, türlü türlü ‘müslümanlık’ çeşitlerinin, asker ve sivil masalarında domates gibi alınıp satıldığını görüp dururken...
Rabiatü’l Adeviyye’de, yüz binlerce, yerine göre milyonlarca Müslüman’ın, kadınıyla, erkeğiyle, hiçbir yerde görmediğimiz kadar vakur, onurlu duruşlarına tanık olduktan sonra...
(Kimin selefiydi acaba Cuntacının yanında oturan ‘selefi’ler? Mübarek’in mi? Enver Sedat’ın mı? Nasır’ın mı? Kimin şeyhiydi orada poz veren sarıklı?)
Türkiye’de ve başka yerlerde, bir sürü yazar çizer, Sisi’nin şehid ettiği çocukların... Hasan el-Benna’nın çocuklarının, Seyyid Kutub’un çocuklarının dedikodusunu yaparken. Hem de çok süfli bir lisanla yaparken...
Mısır’ın yiğitlerine selam göndermek vacip oldu.
Ben, yakın zamanda, Mısır’ın direnişi kadar güzel bir şey görmedim.
Darbeyi geri çevirsinler, çevirmesinler. Ben, yakın zamanda onlar kadar galip kimse görmedim.