Devletler arasında ilişkilerde bazı alanlar hukuk, bazı alanlar rejimler, bazı alanlar örgütler vasıtasıyla yönetilir. Bazı alanlardaysa güç esastır, çıkarlarınızı korumak için güçlü olmanız gerekir. Karşınızdakine istediğinizi yaptırmak için de, istemediğiniz bir şeyi yapmalarına engel olmak için de güçlü olmanız şarttır.
Kullanacağınız gücün niteliği alandan alana değişmekle birlikte ekonominizin sağlam temeller üstüne oturması, askeri imkanlarınızın hiç olmazsa caydırmaya yeterli olması önemlidir. Çünkü dünya siyasetinde açık ya da kapalı pazarlık ederken mükafat veya ceza vadedersiniz. Kısacası ekonomik destek veya askeri müdahale imkanlarını kullanırsınız.
***
Ama bazen gücünüzü kullanmadan da istediklerinizi elde etmeniz mümkündür. Pazarlık etmenize gerek dahi kalmadan, yani karşınızdakinin davranışını kontrol etmek zorunda olmadan aklını kontrol edebilirsiniz.
Mesela dünya siyaset sahnesinde şu veya bu nedenle elde etmiş olduğunuz “itibar”, etkili olmanıza yol açar, pek çok devlet hayati addettiği çıkarlarıyla çatışmadığı sürece sizin beklentilerinize aykırı hareket etmekten kaçınır.
Yakın zamana kadar Türkiye, imparatorluk döneminin son bir küsur yüzyılı da dahil, itibarını bulunduğu coğrafyadan almaktaydı. Boğazlara sahipliğinden doğan önemi önce çöküşünü geciktirmiş, sonra da kendisine büyük bir manevra alanı tanımıştı.
Son 10 küsur yıldır da Türkiye yarattığı modelle göz doldurmakta, çatışma çözümünde yaptıklarıyla ön plana çıkmaktaydı. 2009 Davos gerilimi, ekonomisinin performansı ve Arap dünyasına hayali Türkiye imgesi aktaran televizyon dizileriyle akıllarda yer etmekteydi.
Ama bu istisnai durum ne yazık ki erozyona uğramaya başladı. Bir yandan Batı dünyasının geleneksel korkuları, diğer yandan bizim sorunlarımız ve tabii ki Mısır ve Suriye gibi yerlerde benimsediğimiz politikalar yarattığımız algının değişmesine, Türkiye’nin etkisinin azalmasına yol açtı.
Evet, belli yerlerde ve konularda Türkiye’nin pozisyonunu değiştirmesi anlamsızdı. Mısır’da demokrasiyi savunmak, insan haklarına sahip çıkmak, kitlesel idam cezalarını eleştirmek ton ayarı verilmek kaydıyla kaçınılmazdı. Suriye için de aynı şeyleri söylemek mümkündü.
Zaten asıl derdimiz kendi içimizdeki sorunlardan kaynaklanmaktaydı. Bu yüzden de Türkiye’nin içindeki sorunlarına eğilmesi, özellikle de ifade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırması, siyaset ile basın arasındaki ilişkinin daha gevşek hale gelmesi gerekiyor.
Aksi takdirde Freedom House gibi basın özgürlüğünü ölçen kuruluşların raporlarında ve haritalarında Türkiye hiç birimizin olmayı arzu etmeyeceği yerlere konuyor, rengi basının özgür olmadığı ülkelere dönüşüyor, sonuçta da pazarlık gücü ve itibarından kaynaklanan etkisi azalıyor.
***
Bu tür haritalar 1 Mayıs görüntüleriyle eşleştiği, Gezi Parkı tek bir resimle hatırlandığı zaman insanların aklına bambaşka bir Türkiye geliyor. Unutmayalım ki 17 Aralık’tan bu yana yaşananlar da dünyanın belli başlı merkezlerinin Türkiye’ye bakışını etkiyor.
Algılar bir kez oluştuktan sonraysa değiştirilmesi kolay olmuyor. Siz ne derseniz deyin karşınızdakiler sizi duymuyor. Hapisteki gazetecilere ilişkin verileri yayınlasanız bile onların algıladığı gerçeklik değişmiyor. Neyse ki iktidar irtifa kaybeden Türkiye algısını dengede tutacak şeyler de yapıyor.
Tarihte ilk defa bir başbakan 1915 trajedisi için üzüntüsünü belirtiyor. İsrail ile barışma yolunda ilerliyor, Kıbrıs sorunun çözümüne açık destek veriyor. Umarız en kısa süre içinde ifade özgürlüğünün önündeki sorunlar da kalkar, Türkiye bir sonraki Freedom House haritasında basının özgür olduğu ülkeler arasında yer alır...