Lafı dolaştırmadan baştan söyleyelim. Eğer Kürt meselesi çözülecekse, hariçten gazel okumayı bırakıp herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor.
Evet, Türkiye ilk kez Kürt meselesinin halli konusunda güçlü bir rüzgar yakaladı. Öncelikle topluma hakim olan iyimserlik ortamının ve Türkiye’nin ufkundaki ‘çözüm’ iradesinin değerini bilmek gerekiyor.
Aşırı iyimserlik rüzgarları estirerek Kürt meselesinin gerçekleriyle örtüşmeyen yüksek beklentiler oluşturmak, sonuçta büyük hayal kırıklıkları doğurabilir. Bunun için de özellikle, “ev hapsi” gibi bütün bir toplumun motivasyonunu zehirleyecek hayali beklentilerden uzak durmak gerekiyor. Nitekim Başbakan Erdoğan da bu konuda çok net mesajlar verdi: “Genel af ve ev hapsi asla olamaz...”
Unutmayalım ki, Türkiye’nin önünün açılmasını istemeyen mahfiller, dün olduğu gibi bugün de çözüme giden yolları torpillemek için her zaman pusuda beklemektedir.
***
Şimdi, hayalleri bir tarafa bırakıp gerçekleri ve olabilecekleri konuşma zamanı. AK Parti iktidarı, 2005’ten bu yana insan hakları ve özgürlükler temelinde çok dikkatli bir politika yürütüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın o meşhur Diyarbakır konuşmasıyla, inkar ve asimilasyon politikalarını tersine çevirdiğini ve sonrasında başlattığı ‘demokratik açılım’la Kürt sorunu konusunda ne tür pozitif adımlar atıldığını biliyoruz.
O günlerde, Kürtleri temsil ettiğini iddia eden BDP dahil, hiçbir muhalefet partisi ve sivil toplum örgütü, AK Parti’nin ‘çözüm’ adımlarına katkı sağlamadı. Mesela BDP, demokratik kazanımlara şiddetle karşı çıkmakla kalmadı, aynı zamanda PKK’nın provokasyonlarını haklılaştıran politikalar izledi.
MHP malum, Kürt sorununun varlığını baştan reddettiği için onu dışarıda tutmak gerekiyor. Maalesef, CHP de bugüne kadar MHP’den farklı bir politika izlemedi. Hafızalarımızı tazeleyelim, ‘demokratik açılımın’ başladığı günlerde MHP ile birlikte CHP de, AK Parti iktidarını ‘ihanetle’ suçlama yarışına girmişti.
Nerelerden bugünlere geldiğimizin tespiti açısından, geçmişte yaşananların altını çizmekte yarar var. Çünkü, bundan sonra doğru adım atabilmek için, özellikle muhalefet partilerinin geçmişte durdukları yeri ve bugün geldikleri noktayı iyi analiz etmeleri gerekiyor.
Mesela, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu İmralı görüşmeleri için, “Hükümete yeni bir kredi açıyoruz, çözün bu sorunu” diyor. Ayrıca Kılıçdaroğlu, sorunun çözüm yerinin Parlamento olduğunu söylüyor. İyi söylüyor da, bugüne kadar parlamentoda neden hiç destek vermediklerini de sormak gerekiyor.
Kılıçdaroğlu dahil, herkese hatırlatmakta yarar var. Kürt sorunu, öyle ‘kredi açıyorum, çözün’ diyerek çözülmüyor. Eğer gerçekten Kılıçdaroğlu, çözüm için katkı sağlamak istiyorsa, Başbakan Erdoğan’ın çağrısına olumlu cevap vermeli ve elini taşın altına koymalıdır. Çünkü, Başbakanın çağrısı son derece net: “Ben 3 arkadaşımı görevlendirdim, şu anda bu arkadaşlarım yine görevli. Kendisi de bu 3 arkadaşını görevlendiriyorsa, hemen çalışmaya başlasınlar, ne yapacaksak, beraber yapalım. Yasal düzenleme yapacaksak yasal düzenleme, beraber atmamız gereken adımlar varsa, adımlar atalım. Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı bu sözü veriyor size.”
Aslında, ‘çözümle’ ilgili adımlar bugün başlamış değil, Başbakan Erdoğan’ın da altını çizdiği gibi, AK Parti iktidarı hem ‘Kürt sorunu’ hem de terör konusunda uzun soluklu bir mücadele yürütüyor. Oysa, bugüne kadar ne CHP ne de BDP sürece hiçbir şekilde katkı sunmadı. Eğer, bugün gerçekten bu yakıcı sorun konusunda bir katkı sunmak istiyorlarsa, hariçten gazel okumayı bırakıp, özellikle yasal düzenlemeler konusunda somut destekler vermelidirler.