‘Muhteşem Yüzyıl’ konusuna yalnız Amerikalı oyuncu John Malkovich’in karışmadığı kalmıştı, sonunda o da “Ben bu işi iyi bilirim; hem de herhangi bir İngiliz gazeteciden daha iyi” diyerek tartışmaya katıldı. Sonrasında “Şaka şaka” demiş ama olsun, Hürriyet o ‘şaka’yı manşetine çekmiş işte: “Osmanlı zaten entrikacıdır; ayrıca her ülkenin geçmişi aşk, ihanet ve entrikadan ibaret değil midir?”
Aklıma Sultan II. Abdülhamid döneminde ülkesini Osmanlı başkenti İstanbul’da büyükelçi olarak (1885-87) temsil etmiş Amerikalı politikacı Samuel S. Cox’un tespitleri geldi. Meraklı bir adammış büyükelçi Cox; İstanbul’u ve Saray hayatını yakın gözlemi altına almış... Abdülhamid ile ilgili kanaatleri de farklı. Türkçeye çevrilmiş olan anılarında (‘Bir Amerikan Diplomatının İstanbul Anıları’, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2010) ‘harem’ de geniş yer tutuyor...
John Malkovich gibilerin düştüğü yanlışlığın daha o zaman farkındadır Cox. Batılı yazarların kendi hayal dünyalarındaki ‘harem’ ile gerçeği arasındaki muazzam farkı iyi bilmektedir. Hem eşi sürekli Saray’a gidip geldiği, hem de Bayan Walker diye söz ettiği bir ressam hanımı sultanların portresini çizmek üzere devreye soktuğu için...
“Bunlar masal” diyor ‘harem’ konulu anlatımlara ve ekliyor (s. 554): “Bu öyküler erotik zevklere düşkün birilerinin kaleminden çıkmaktadır. (..) Bunlar romantiklerin hayalleri! Haremindeki kusurlu hareketlere betimlenenden çok daha önem verir Müslüman.”
Devam ediyor: “Bu kadar hoş masalları düzeltmek zorunda kalmak esef verici bir durum. Yazarın bilinç altından gelen şeyler bunlar. Bu denli olağandışı uygulamaları gören, bilen tek kişi bile olmadığını söyleme cüretinde bulunmak zorundayım.”
Ne desin daha adam?
Tartışmalar sırasında dikkatimi en fazla çeken, başka bir durum söz konusu olsa derhal ayağa kalkacağını bildiğim kadın hakları savuncularının suskunluğu oldu. Dizide ‘kadınlar’, neredeyse istisnasız hepsi, müthiş entrikacı tipler olarak canlandırılmıyor mu? Bu görüntü kadın hakları savunucularını neden rahatsız etmiyor?
Malkovich’in “Osmanlı entrikacıydı” demesine sebep olan artistin İstanbul’daki çevresinin konuya yaklaşımı olmalı. Cahil bir çevreye düşmüş Amerikalı oyuncu...
Ülkesini 1880’lerde İstanbul’da temsil etmiş diplomat Cox, anılarının bir yerinde, bakın ne diyor (s. 161): “Gerçek şu ki, Türk kadını, neredeyse tüm diğer kadınlardan daha özgürdür. Bir araba gezintisi veya bir arkadaş çağırmak isterse küçük çıkınını taşıyan halayığını çağırır, peçesini düzeltir, kılığını feracesiyle örter ve çıkar. Kocasında hiç kuşku veya heyecan yaratmaksızın arkadaşında günlerce kalabilir.”
İlginç bir de ayrıntı veriyor: “Kadın dilediği gibi sokağa çıkar ve geri döner. Kocasından azar filân işitmez. Erkek kesinlikle evine dilediği zaman her saatte gelebilir; ama hiçbir zaman bu imtiyazını suistimal etmez. Karısını veya ailesini selâmlıktaki kendi odasına nâdiren çağırtır. Haremin kapısında bir terlik görürse, bu, orada istenmediğinin bir işaretidir.”
Şu sıralarda İngiltere ve Amerika BBC yapımı bir dönem dizisinin etkisi altında. Bizde ‘Muhteşem Yüzyıl’ın yaptığı etkiye eşdeğerde bir ilgiyle izleniyor Birinci Dünya Savaşı (1914) ve sonrasını asil bir aile çevresinde sergileyen ‘Downton Abbey’ dizisi...
O dönemde İngiltere’de miras büyük erkek kardeşe kalıyor; kadınların seçilme bir yana seçme hakları bile yok... Eğitim alıp okuyan kadınlar parmakla gösteriliyor. Kadın evde hemcinsleriyle vakit geçiriyor. Konakta çok sayıda yatılı erkek ve kadın hizmetli var; kadınların tarafına erkeklerin, erkeklerin tarafına kadınların geçmesi kesinlikle yasak... Konağın sakinleriyle çalışanları arasında derin bir sınıf uçurumu var...
1920’lere kadar uzanan bir dönemde İngiltere bu halde...
Amerikalı Malkovich,tevekkeli “Ben İngilizler’den daha iyi bilirim” demiyor...