Bildiğiniz gibi adı sıkça geçen bir dernek var; “tüsia derneği”... Hukuki olarak herhangi bir dernekten farkı yok. Ama fiili zorlama farklı... Daha doğrusu geçmişte farklıydı... 2003 yılına kadar “para sahibi olmak” maalesef bu ülkede hükümetler üzerinde baskı unsuru olmak için yeterliydi. Bu arkadaşlar emreder, hükümetler düşerdi... Halk seçerdi ama ülkeyi kimin, ne kadar yönetebileceğine “vesayet sahipleri” karar verirdi...
Sevgili dostlar, eski alışkanlık olsa gerek, dün bu kardeşler yine bir toplantı düzenlediler ve Türkiye ile ilgili “değerli fikirlerini” dile getirdiler. Doğal haklarıydı ve doğal olarak bizim gibi “garibanlardan” her detayı çok daha iyi düşünmüşlerdi!
Ne dediler? Şunu söylediler; “Türkiye’de siyasi risk ve belirsizlik varmış, demokrasinin işleyişine ve geleceğine dair kaygıları varmış, o şöyle olmalıymış, bu da böyle olmalıymış”...
Sevgili dostlarım, bu söylenenlere yorum bile yapmayacağım... Bu arkadaşların görüşlerini değerlendirmeyi size, kendilerini bir vatandaş olarak, ALLAH’a havale ediyorum...
Son bir bilgi notu paylaşayım; o toplantının yapıldığı saatte Ankara’da ATO konferans salonunda Sayın Cumhurbaşkanımız başka bir derneğin, YERLİ DÜŞÜNCE DERNEĞİ’nin “MİLLİ İRADE” programında konuşuyordu ve kendisini salonda binler, ekran başında milyonlar, “tek yürek olmuş” dinliyorduk... O konuşmayı kaçırdıysanız, mutlaka bulun ve detaylara “dikkat edin” derim...
***
Schulz hala “Mustafa Reşit Paşa” işbaşında sanıyor galiba!
Schuzl efendi karar vermiş; Türkiye “dediklerini yapıp, terörün tanımının terör örgütü’nün istediği gibi yapmadıkça” vize anlaşmasını Avrupa Parlamento’suna getirmeyecekmiş... Tek kelime ile; SEVSİNLER!
Sevgili dostlar, bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni uzaktan yönetmeye ve her türlü dinamiğimize müdahil olmaya çalışan “maşaların” büyük dedeleri de 1800’lerde şöyle düşünüyorlardı; “Osmanlı İmparatorluğu Bizans’ın son halidir. Bu aslında bir hanedan ve din değişikliğidir. Hakim hanedan ve coğrafya dinsel, düşünsel anlamda kontrol edilebilir”...
Bu düşünce içinde olan Avrupa’nın, “içeride” maalesef kendine uygun “yerleşik unsurlar” bulması ve onları kullanmaya başlaması ile 1838 Baltalimanı Anlaşması, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, 1876 Kanun-i Esasi hayata geçirildi. Amaç çok açık ve netti; Osmanlı’nın “özü”ne şu karıştırmak ve BATILILAŞMA yalanı ile yüzyıllardır DEVLET’e hakim olan “ana dokuyu” bozarak, AVRUPA hayaliyle yaşayan nesiller yetiştirmek...
Sevgili dostlar, o dönemde Osmanlı’ya karşı yapılan operasyonun en önemli ayağı da “Osmanlı’nın Avrupa Konseyi’ne alınması” ve “toprak bütünlüğünün Avrupa tarafından korunması” yalanıydı! Bu yalan içeride REFORM dayatması ile devam etti. “BATILILAŞTIRMA” mantığı altında BİZİM OLAN HER DEĞER tahrip edildi!
Sonuç: Yukarıdaki dönem “manevi” tahribatın yanı sıra FİNASAL ÇÖKÜŞ ile bitti ve 1800’lerin sonunda Osmanlı tamamen iflas etti... Artık tek bir adım kalmıştı “FİZİKİ PARÇALAMA” işine girişmek... Ve beklenen oldu... Yüzyıllarca ayakta kalan İmparatorluk parçalandı...
Son söz: Bugünün Türkiye’sini “Mustafa Reşid’li dönem” sananlar ve bu zihniyetin içerideki temsilcileri şunu çok iyi bilsinler; Türkiye Cumhuriyeti, 2003 ve özellikle 2008’den sonra MİLLİ, TAM BAĞIMSIZ olma yoluna çıktı ve FATURASI ne olursa olsun, YOLA DEVAM EDİP HEDEFE ulaşacak! Bizi kimse durduramaz!