Disney stüdyolarından üç boyutlu olarak sinemalarda yeralan film, orijinal masala göre oldukça farklı bir yerde duruyor. Bir sirkte sihirbaz olarak çalışan genç bir adamın muzır bir davranışından sonra, bir balonla kaçmaya çalışırken yaklaşan hortumun içine sürüklenmesiyle siyah-beyaz ve dar görüntü olarak başlayan film, balonun Oz diyarına düşmesiyle birlikte renkleniyor ve sinemaskop oluyor. Böylesi bir geçişi görüntü formatında olmasa da, değişik uygulamalarla Alice Harikalar Diyarında ve İzsürücü’den de hatırlıyoruz. Gerçekliğin yarılması anlamına gelen bu geçiş, uyanıklık halinden bir rüya ve hayal alemine geçiş olarak da değerlendirilebilir. Giderek, hayat dünyasından ölüm alemine irtihal olarak da görülebilir.
Farklı sanat dallarında yüzlerce uyarlama
Bir edebiyat eseri olarak, yirminci yüzyılın başlarında yazılan Oz Büyücüsü, neredeyse bir diziye dönüşmüş ve değişik sanat dallarında yüzlerce uyarlaması yapılmış. Benim de ilk karşılaşmam, 1970’lerde Doğan Kardeş’in son demlerinde çizgi roman versiyonuyla olmuştu. Hayal dünyasının sınırlarında gezen masalların düz okumalarında yansıyanlarla alt-metin yaklaşımlarında değişik algıların ortaya çıkması bir vakıa. Farklı kültürlerin farklı masal anlatıları ise sosyolojik bakımdan kültürel bir zenginlik izhar ediyor. Zaten muhayyilenin dünyasına bir seyahat anlamına gelen masallar, gerçekliğin bir üst boyuta taşınmasına vesile olan üç boyutlu anlatımla sunulunca, imgenin ontolojik değeri daha çarpıcı bir zemine taşınıyor. İyiyle kötünün kadim mücadelesine bu çalışmada da tanık olduğumuz görsel anlatım, sinemanın ilk çağlarındaki projeksiyon aygıtlarına bir ithafta da bulunuyor. Daha önce Hugo’yla gittiğimiz sinemanın ilk günlerine seyahat, burada sinemanın arkeolojisinde bir yansıtıcının marifetiyle karşımıza çıkar ve aslında üç boyutlu bir naturaya sahip olan holografik görünümle siyah-beyaz sessiz sinema zamanlarına bir dönüş yaşarız.
Bizim geleneğimizde ibretlik hikayeler var
Öte yandan günümüzde revaçta olan cadılar olgusu bu çalışmada da karşımıza çıkar ve belli bir kültürel algılamanın dünyasının tezahürleri cinsinden devam eder. Balonun havalanmasından sonra beliren imgeler arasında bir haçın bulunması, kötü cadının renginin yeşil olması gibi subliminal anlatıları da filmin değerlendirilmesinde gözardı etmiyoruz. Öte yandan, esere yöneltilen eleştirilerden birinin tanrısız bir doğaüstülük olarak nitelenmesi de kaydadeğer bir veri olarak görülebilir. Diğer bir açıdan baktığımızda, bizim masal dünyamızın verimlerinin şimdiye kadar çok kısır bir şekilde sinemaya aktarıldığını düşünmeden edemiyoruz. Kendi kültürel varlığımızın böylesi gelişmiş bir teknolojiyle görsel olarak işlenmesi, üstelik bizde gelenek olan kıssadan ibretlik bir hisse çıkarma eğilimiyle sinemanın yapıcı neticelerini görmek sinemayı da teşrif edici bir gayret olacaktır.