Bir taraftan “Türkiye’ye gitmeyin, tatilinizi orada geçirmeyin, barbar Türklere para kazandırmayın, diktatörü sevindirmeyin” diye yayınlar yapıyorlar, diğer taraftan soluğu Türkiye’de alıyorlar, Bodrum’da tatilin keyfini sürüyorlar...
Bilddergisi yöneticisi Kai Diekmann da bunlardan biri.
Bodrum’da yakalanmış.
Daha doğrusu, kendi kendini ele vermiş.
Sosyal medya hesabından, “tatilini Bodrum’da geçirdiğini” duyurmuş.
CHPgenel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da tatilini Türkiye’de geçirenler arasında.
En son Artvin’de görülmüştü.
Ne amaçla gittiğini bilmiyorum ama Artvin’de bulunduğu dönem içinde başından tuhaf iki hadise geçtiğini hatırlıyorum.
Tesadüfe bakın ki, o günlerde ABD Ankara Büyükelçisi John Bass de oradaydı.
Görüştüler mi?
Görüştülerse ne konuştular?
Elbette görüştüler. Niye görüşmesinler ki? Kılıçdaroğlu’nun görüşmeden mutlu ve mutmain ayrıldığını hatırlıyoruz. Kafasındaki bazı soruları izale etmiş ve artık “daha kararlı” bir görüntü sergiliyordu...
Ziyaret ya da tatil (ne sayarsanız artık) dönüşünde başından iki tuhaf hadise geçti:
Birincisi, bir “suikast tehlikesi” atlattı.
Daha doğrusu, “hendekteki arkadaşlarının” saldırısına uğradı. O saldırıda bir polisimiz şehit oldu.
İkincisi, “Yenikapı Ruhu”na tezat açıklamalar yapmaya başladı. Öyle hızlı koştu ki, sonunda “kontrollü darbe”ye vardı.
Kemal Bey’in ilginç bir hususiyeti var:
Ülkesini şikâyet etmeyi çok seviyor. Yabancılardan kiminle temas ederse etsin, ilk gündem maddesi “Türkiye’nin kötülükleri...” Sık sık berbat bir ülkede yaşadığımızı ve “çok kötü yönetildiğimizi” söylüyor.
İsraillilerle temas ederken de böyle söylemişti, “Bizim partiyi desteklerseniz Türkiye’yi daha iyi yöneteceğiz, İsrail’le ilişkileri tamir edeceğiz” demişti.
Bir yazımda, “Niçin Türkiye düşmanlarıyla iş tutuyorsunuz Kemal Bey?” diye sormuştum da, soluğu mahkemede almıştı.
Hangi ülkeyle çelişki halindeysek, Kemal Bey alışkanlıkla ve elbette “hevesle” o ülkeden yana tavır alıyordu.
Suriye’yle kötü olduğumuz dönemde Esed’in yanındaydı.
Rusya’yla kötü olduğumuz dönemde Putin’in yanındaydı.
Bu “yanında olma” işini o kadar abarttı ki, FETÖ’nün yanında bile durdu.
Hatta FETÖ’nün tezleri üzerine siyaset bina etti.
Şimdi de Almanya’nın (dolayısıyla AB’nin) yanında.
Basında yazılanlara göre, geçen hafta Almanya'da yayın yapan Focus dergisine konuşmuş, Frank Nordhausen adlı muhabirin sorularını cevaplamış.
Muhabir sormuş, “Bir kamuoyu yoklamasına göre Almanların yüzde 90'ı şu sıralar Türkiye'ye seyahat etmek istemiyor çünkü mesela yanlış bir tişört veya yanlış bir şaka yüzünden tutuklanmaktan korkuyorlar. Bu korkuyu duymakta haklılar mı?”
Kemal Bey şöyle cevap vermiş: “Ne yazık ki böyle bir ortamın gerçekten mevcut olduğunu tespit etmek durumundayım. Uzun zamandır Türkiye'de halihazırda hiç kimse için güvenlik garantisi olmadığını söylüyorum, ne canınız ne de mal ve mülkünüz için. Devlet elbette terör organizasyonlarının propagandasına karşı önlemler almalıdır. Maalesef yasaların geçerli olmadığı ve adaletsiz bir dönemde yaşıyoruz. Dünyanın güvenini yeniden kazanmak için Türkiye acilen normale ve demokrasiye geri dönmek zorunda.”
Tabii, “Erdoğan’ı devireceğiz. Bize yardım edin” demeyi de ihmal etmemiş.
Dün CHP basın biriminden bir açıklama geldi. Açıklamada şöyle deniyordu: “Alman Focus Dergisi'nde bugün Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na atfen yer alan 'CHP lideri Alman turistleri uyardı' haberi gerçeği yansıtmamaktadır. Haber için tekzip gönderilmiş, gerekli süreçler başlatılmıştır.”
Birinden biri yalan söylüyor ama hangisi?
Kemal Bey’in arada sırada doğru söyleyen bir siyasetçi olduğunu hatırlarsak, Focus’un “yalancılığı” daha düşük bir ihtimal gibi görünüyor.
Fark etmiyor.
İkisinin yalancılığı da işimize gelir.
Fakat bu hadiseden aklanarak çıkması, Kemal Bey’i “Türkiye dostu” kılmıyor.
Geçmiş bütün beyanatlarına bakın... “Türkiye yanlısı” bir tek cümlesine rastlayamazsınız.
Kemalizm’den “FETÖ yancılığına” savrulan bir siyasetin mümessili olarak, hep “Türkiye karşıtı” bir pozisyon aldı. Bunu da solculuk diye yutturdu!
Hadi tahmin edin: Kim yalancı?