Devletlerin yeni dış politika taktiği, bilgi kirliliği yaratılması gibi gözüküyor. Bilerek mi yapılıyor, yoksa iletişim teknolojilerine ayak uydurulamadığı için hatalar kamuoyuna mı yansıyor, orası açık değil. Ancak devlet başkanları, bazen dışişleri ya da savunma bakanlarının bir dediğinin bir dediğiyle tutmadığı çok fazla örnek bulunuyor.
Örneklerin başında, Trump geliyor; ancak hakkını yememek gerek zira başka liderlere öncülük ediyor. Trump, Kuzey Kore ile uzlaşmaya varacak mı yoksa son dakikada bir kriz çıkarıp barış sürecini baltalayacak mı, bilemiyoruz mesela. Zira bir gün K. Kore lideri için roket adam diyor, başka bir gün barış mimarı. Ukrayna Gizli Servisi, Rus bir gazetecinin önce öldüğünü duyuruyor; sonra ölmediğini. Macron, bir gün ABD ile Avrupa ekonomisinin uyumunu savunuyor, erkesi gün ABD dünya ekonomi polisi mi diye soruyor.
Hangi yaklaşım samimi dış politika göstergesi, hangisi devletin gerçek siyasi beklentisi kestirebilmek mümkün olmuyor.
Merkel davette bulundu mu?
Belirsizlik, günümüz sisteminin ana kavramı olabilir. Ancak, bu belirsizlik aynı zamanda bazı oyuncuların güvenirliliğini tehlikeye sokuyor. Yalanlama durumları da var olan krizleri büyütüyor.
Örneğin Merkel, Sayın Cumhurbaşkanı’nı Almanya’ya çağırdı mı, çağırmadı mı? Türkiye Erdoğan’ın çağırıldığını duyurduktan sonra, Almanya’dan gelen ses bunu teyit etmedi. Bu durumda taraflardan birisinin doğruyu söylemediği düşünülür.
Bir davet yapılmadıysa, Türkiye durduk yere bir senaryo yazma ihtiyacında değil; davet Türkiye kamuoyu açısından olumlu bir ziyaret olarak karşılanır. Ancak Merkel’in Erdoğan’ı davet ettiğinin duyulması, Almanya kamuoyu tarafından pek hoş karşılanmaz; zira Almanya kamuoyunu iyice Türkiye karşıtı kıvama getirme çabası sergilemiş olan bizzat Merkel’in kendisi. Almanların Merkel’in davetinden rahatsız olacağı düşünülmüş ki, ziyaret gerçekleşene kadar susulması istenmiş.
Menbiç’te anlaşmaya varıldı mı?
Karışıklık, yine Türkiye tarafından giderilmiş gibi gözüküyor. Açıklamaya göre, davet “resmi” değilmiş. Yani Merkel, Erdoğan’ı Almanya adına çağırmamış; evine davet etmiş. Bu Merkel’i kendi kamuoyunda daha iyi bir yere koyar mı, bilinmez. Ama Türkiye her nazik davete icabet eder.
Bir diğer yalanlama karmaşası da ABD ile yaşanıyor. Gerçi ABD ile uzun zamandır bu türden bir ilişki var, ama bu seferki epeyce ilginç. Taraflar, Menbiç konusunda görüşüyorlar ve Türkiye YPG’nin bölgeden ayrılmasını içeren üç aşamalı plan konusunda anlaşmaya varıldığını açıkladı. Bölgeden gelen bilgiler, çekilmenin de başladığına işaret ediyor. Dolayısıyla alan, bilgiyi doğruluyor. Ancak ABD Dışişleri Sözcüsü, Türkiye’nin açıklamasının ardından henüz bir anlaşmaya varılamadığını beyan ediyor.
ABD’nin YPG’yi Türkiye lehine ikna ettiği aşikar; ama anlaşılan bunun fazla duyulmasını istemiyor. Günümüz dünyasında bu nasıl mümkün olacak, orası ayrı bir soru. Ancak bundan önemlisi, söz konusu yalanlama aslında Türkiye ile Suriye konusunda yapılan görüşmelerin gündemini genişletme beklentisine karşılık geliyor. Anlaşılan, Menbiç konusuna F-35’ler, olmadı FETÖ liderinin iadesi, o da olmadı İran yaptırımları gibi ne kadar anlaşmazlık konusu varsa hepsi dahil edilsin isteniyor.
Türkiye’nin tercihi, her bir konunun ayrı ayrı ele alınması; anlaşmaya varılan konuların bir kenara konarak krizlere yol açan düğümlerin teker teker çözülmesi. Bu nedenle Türkiye uzlaşmaya varıldığını açıklıyor. Umalım ki, ABD de bu yönteme ve normalleşme yoluna ikna olsun.