Venezuela’nın karizmatik lideri Chavez’in arkasından Küba’nın ağıt yakması normal. Çünkü Chavez, Küba’nın ihtiyacı olan petrolün üçte ikisini çok düşük fiyatla veriyor, karşılığını da çoğunluğunu Venezuela’nın sağlık sisteminde doktor olarak istihdam ettiği 44 bin Kübalı iyi eğitimli profesyonelin maaşlarından tahsil ediyordu!..
Chavez, Venezuela’yı, ekonomik açıdan bulduğu gibi bıraktı. İktidara geldiğinde ülkenin tek gelir kaynağı büyük alıcısının Amerika olduğu petrol yataklarıydı, bugün yine öyle, ülke bütün ihtiyaçlarını ithal mallardan karşılıyordu, bugün de öyle...
Kendisinden önce Venezuela’yı yönetenler, Washington ile kol kola girmiş berbat bir oligarşinin üyeleriydiler. Petrol parasını aralarında bölüşüyor, halka da zulüm kalıyordu. Chavez, paranın yönünü değiştirdi. Kendisine yakın yeni bir zengin sınıf yaratırken, bürokrasideki yolsuzluk ve rüşvet çarkını da parti yandaşlarına kaydırdı. Eski oligarşiden kestiği paranın bir kısmını da sokaktaki insanlara dağıttı. Bunu yaparken 19’uncu yüzyılın devrimcisi Bolivar’ın yolundan gittiğini, 21’inci yüzyıla uygun bir sosyalizm kurduğunu söyledi, demokrasiden hiç bahsetmedi... Aslında, milliyetçiydi...
Yürüttüğü milliyetçi politikalar ile sosyalizmin nasıl bağdaştığını da anlatamadan yaşamı son buldu.
Latin Amerika geleneği
Latin Amerika “sol” geleneğinde, Ortadoğu’daki “anti-emperyalist” olduğunu savunan hareketler gibi bir sakatlık var!..
Bildiğimiz anlamda sosyalizm, emekçi kesimlerin örgütlü mücadelesiyle yükselen, milliyetçiliği de “emperyalizmin küresel çıkarlarına hizmet eden bir savaş aracı” olarak değerlendiren yapıya sahiptir. Milliyetçilik ile sosyalizm birleştiği anda karşımıza nasyonal-sosyalizm (Nazizm) çıkar. Irak ve Suriye’deki Baas Partileri, bunun tipik örnekleridir, çünkü, anti emperyalist olduklarını savunurken, Arap milliyetçiliği ile sosyalizmi birleştirirler. Latin Amerika’daki benzer örnek Arjantin’deki Peronist harekettir ve Chavez, bu hareketi de Latin Amerika’nın “anti-emperyalist cephesinin” içinde değerlendirebiliyordu!..
“Gerçek sosyalist” olmayan, “miş” gibi duran hareketlerin hepsinin bir comandante’ye ihtiyacı vardır. Çünkü asıl olan siyasi gücü tek elde toplamak, karşı tarafa söz hakkı vermeden ideolojisi sallanan rejimi ayakta tutmaya çalışmaktır. Oysa, sosyalizm, liderlerin karizması üzerinden değil, kurumsal demokrasi üzerinden işlemeyi hedeflemiş bir sistemdir.
Küba’nın comandante’si yıllar boyu Fidel Castro’ydu, hastalandı, şimdi yerine kardeşi Raul Castro bakıyor!.. Beşar Esed de iktidarı babası Hafız’dan devralmıştı.
Anti-emperyalist olmak
Eğer bir hareketin “anti-emperyalist” fikirleri savunması ona “sol” ve “devrimci” kimlik kazandırmaya yetiyorsa, El-Kaide’yi dünya sol hareketi açısından baş tacı etmemiz gerekir. Ama değil. Aksine, onu, yaptıklarıyla Amerika’nın Afganistan ve Irak işgallerine zemin hazırlayan şaibeli bir örgüt olarak değerlendiriyoruz. İran’ın Şii yayılmacılığını hedefleyen sözde anti-emperyalist politikası, Amerika’nın, petrol bölgesi Basra Körfezi’ne güçlü şekilde yerleşmesine yol açıyor. Amerika’nın bölgede İran’a her zaman ihtiyacı var. Tıpkı Latin Amerika’nın fakirlikten kırılan kitlelerinin “gazını almak” için Chavez’e ihtiyaç duyduğu gibi... (Amerika sevmediği Chavez’den ülke petrol üretiminin yüzde 40’ını alıyordu, daha ne anlatayım.)
Ne tesadüf... Chavez’in en yakın dostu Ahmedinecad’dı...
Atatürk gerçeği
Atatürk milliyetçiydi ama, bunu sosyalizm sosu ile renklendirmeyeceğinin kararlı işaretini Birinci İzmir İktisat Kongresi’nde vermişti. “Anti-emperyalist” bir savaşın komutanıydı, püskürttükleri ile barışı ve bir zamanların düşmanlarıyla aynı çatı altında olmayı tercih etmişti. Devrimciydi ama serüvenci değildi... Laikti, çünkü, devletin dine yaslanmasının bugün Ortadoğu’da izlediğimiz Sünni-Şii çatışmalarında olduğu gibi emperyalizmin “böl-yönet” stratejisine verimli toprak olacağını kavramıştı. Müstesna devlet adamlığı...
Bu kadar lafı neden ediyorum?
Aklıma takıldı... Böyle bir liderin partisi olduğunu savunan CHP’nin Şam’da ne işi var?
Yoksa, Beşar Esed’in sol cepheden bir anti-emperyalist savaş yürüttüğüne gerçekten inanıyorlar mı?