İlk notum biraz da “laf olsun, torba dolsun” kabîlinden.
Zâten öyle olduğu için en başa alıyorum ki arada güme gitmesin:
Değerli meslekdaşım Engin Ardıç “kel alâka?” (ne alâkası var ki?) tâbirindeki, Fransızca’dan müdevver “quel/quelle” edâtını, eğer Fransızca imlâsıyla yazılıyorsa hemen herkesin “feminen/dişil” şekliyle “quelle” olarak kullanmasını eleştirerek bunun gereksiz bir işgüzarlık olduğunu ve “quel alâka?” yazılması îcâb etdiğini ileri sürüyor. Gerekçesi de “alâka” kelimesinin Fransızca olmaması, dolayısıyla burada bir “feminen/maskülen” (dişil/eril) ayrımının sözkonusu olamayacağı.
Oysa “alâka” kelimesi, gerçi Arabca kökenlidir ama o dilde “feminen”dir. Gramatikal olarak “erkek/dişi” ayrımı yapan bir sürü dil var ki Arabca da onlardan biri. O bakımdan meselâ “büyük alâka” derken sıfatın sonuna feminen takısı eklersiniz. Yâni “el alâqatü-l-azîm” demezsiniz “el alâqatü-l-azîme” dersiniz.
Böyle olunca bana göre, şaka niyetine bile olsa “quel alâka?” değil “quelle alâka?” demek daha yerinde olur.
Böylece bu mühim memleket meselesini de halletmiş olmanın verdiği vicdan huzûru içinde artık daha önemsiz, alelâde konulara yönelebiliriz...
Tamam da hangisi?
Efendim, gönül şen, dîdeler rûşen! Kürdce nihâyet “serbest” oluyormuş!
Ölümsüz Kemâl Tâhir olsa acabâ “selbeslik rezilliği” der geçer miydi?
Pek sanmıyorum, zîrâ Türkiye’yi bilmeyenler anlamakda zorluk çekse bile önemli bir adım. Olanı yok sayıp kafamızı kuma gömmeyi devlet yönetimi belleyerek en az yarım asır kaybetdik. Artık telâfî vaktidir.
Tamam da hangi Kürdce?
Çünki bizim Kürdce deyip geçdiğimiz “dil” aslında bir “diller ve diyalektlermanzûmesi” .
Manzûme dediysek Behçet Kemâl manzûmesi değil küme anlamına!
O bakımdan “Kürdce” değil “Kürdceler” demek daha doğru.
Üç ana Kürdce grubu var aslında:
- Kurmançi (Kuzey Kürdcesi)
- Zorânî (Merkezî Kürdce)
- Cenûbî Kürdce
Bunlardan en yaygını Kurmançi. Sekiz milyon kadar insanın anadili ve kendi içinde ondört diyalekte ayrılıyor. Aralarında anlaşmaları bile zor. 1930’lardan beri tedrîcen Latin alfabesiyle yazılan bu dil esas olarak Türkiye ve Kuzey Irak’da konuşuluyor.
Takrîben dört milyon insan tarafından konuşulan ve kendi içinde yine bâriz farklar gösteren onbir diyalekte ayrılan Zorânî ise Arab harfleriyle yazılıyor ve o da daha ziyâde Kuzey Irak’la bir mikdar Türkiye’de konuşuluyor.
Türkiye’nin kalburüstü âilelerinden Bâbanzâdeler de yanılmıyorsam Zorânîlerden.
Cenûbî Kürdce ise Kuzey Irak’ın yanısıra İran ve Kuzey Sûriye’de takrîben dört milyon kişi tarafından kullanılan bir dil. Arab alfabesiyle yazılıyor ve Kürdcenin en eski şeklinin günümüze uzantısı olarak kabûl ediliyor. Kuzey Sûriye ve Güneybatı İran’da tabii Kurmançi ve Zorânî de konuşuluyor.
Şimdi Türkiye’de “serbest” bırakılarak bir ölçüde disipline edildikden sonra Cennet vatanımızın hangi köşelerinde hangi Kürdcenin tedrîs edileceğini “kesinlikle” saptamak öncelikli meselelerden biri olmalı ki sonra “Kurmanççılar”la “Zorancılar” birbirine girmesin! Ben hatırlıyorum, vaktiyle Romanya’da da hangi okullarda Osmanlı Türkçesi hangilerinde Kırım Tatarcası okutulacak diye “millet” birbiriyle kanlı bıçaklı, Bükreş’deki yöneticiler ise sevinçden mest olmuşdu!
Ben malımı bilirim!
Ama bütün bunlar bir yana, Kürdcenin yâhut Kürdcelerin, kendisini zorla “olağanüstü” bir hâle sokan bağlardan ve safralardan kurtarılarak fikir ve eğitim hayâtımızın normal unsurlarından biri hâline gelmesini hem beynim hem kalbimle destekliyorum.
Bu adım, korkulanın aksine ülkemizin iç yapısını daha da sağlamlaştıracak, Türk Toplumu’nu daha da sıhhatli kılacakdır.
Şübheciler, üstelik bu sâyede Türkçe’nin de çok daha sağlam bir pozisyona girip oturduğunu farkederek hayrete düşeceklerdir ama bu da normaldir, çünki sopa zoruyla değil de “serbest” iklimlerde gelişen diller daha dirençli ve daha kıvrak olurlar.
Bu bakımdan “hangi Kürdce?” sorusu da önemli değildir.
Açalım onların da önlerini, hangisi olursa olsun, ikisi de renk ve cümbüş faslına girer!