Muhterem Hayrettin Karaman hoca, Yeni Şafak’taki köşesinde, “Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır” başlıklı bir yazı yazdı geçenlerde. Türkiye’de “federalizm dahil her şey konuşulabilir” diyen bazı “insan hak ve hürriyetleri havarileri” olduğunu, oysa federal sistemin Müslümanları böleceğini ve dolayısıyla dinen caiz olmadığını savundu.
Ben de enteresan bulduğum bu yazıyı Twitter’da paylaştım. Paylaşırken de, benim de federalizme sıcak bakmadığımı, ama bunun İslam’a aykırı sayılmasına da katılmadığımı vurguladım.
Bunun üzerine yine Twitter üzerinde enteresan yorumlar geldi. Örneğin Hayrettin hocaya itiraz eden bir yorumcu şöyle diyordu:
“Asıl İslam’ın gereğidir federal sistem! Allah insanları halklar ve kabileler kılmıştır. Asıl caiz olmayan, tektipçi üniter devlettir!”
Ben ise, bu yoruma da katılmadım, ama bununla Hayrettin Karaman hocanın görüşü arasındaki zıtlığı çok enteresan buldum.
Ve kendi kendime düşündüm:
“Şimdi bu görüşlerden hangisine İslami görüş diyeceğiz?
Barika-i hakikat
Evet, ne dersiniz? “Doğru İslami görüş”ü nasıl bulacağız?
Mesela bu konuda bir münazara düzenleyebilir miyiz?
Bir tarafa “üniter devletçi Müslümanlar”ı, diğer tarafta da “federasyoncu Müslümanlar”ı davet etsek, “haydi tartışalım, müsademe-i efkardan barika-i hakikat doğar” desek, olur mu?
Bence olur. Ama eminim bu iş epey zor olacaktır. Çünkü, muhtemelen, şöyle tepkiler gelecektir:
“Müslümanları şimdi de üniterci-federasyoncu diye mi bölüyorsunuz? Sizi gidi fitneciler sizi!”
Bazıları ise kestirmeden şöyle çözecektir sorunu:
“Müslüman, Müslümandır, o kadar. Müslümanın ünitercisi, federasyoncusu olmaz. İslam size yetmiyor mu da başka sıfatlar arıyorsunuz?!”
Muhtemeldir ki, bazı yazarlar da, tüm bu gayretin Batı karşısındaki aşağılık kompleksinden doğduğunu, çünkü “üniter devlet” yahut “federasyon” gibi kavramların “seküler Batı medeniyetinin” ürünleri olduğunu, bunları tartışan Müslüman beyinlerin ise fena halde iğdiş edildiklerini söyleyeceklerdir.
Ve muhtemeldir ki, tartışma açılmadan kapanacaktır. Herkes tek doğrunun “İslami görüş” olduğunu söylerken, bunu ne olduğunu enine-boyuna tartışmak bir türlü nasip olmayacaktır.
Teklikte çokluk
Oysa benim naçiz kanaatim şu yönde: İslamiyet’in kuşkusuz hayatın her alanına bakan ilkeleri var, ama sosyal ve siyasi alanlara dair şablonları yok.
Örneğin siyasi alanda “adalet” diye temel bir İslami ilke var. Ama adaletin nasıl sağlanacağı, hem tartışmaya, hem de Cevdet Paşa’nın tabiriyle “tagayyürü ezmana” (zamanın değişimine) açık. (Onuncu yüzyılda “adalet” denince Müslümanların aklına sultanın veya kadının şeriata uyması geliyordu. Bugün ise bizim aklımıza “milli irade, serbest seçimler, şeffaflık” gibi kavramlar da geliyor.)
Tam da bu dini esneklik ve dünyevi değişim nedeniyle, İslami ilkelerin nasıl hayata geçirileceğinin tek ve mutlak bir cevabı yok.
Baksanıza, bir görüşe göre üniter yapı, diğerine göre federasyon daha “İslami” olmuş oluyor.
Son dönemde yükselen iktisat tartışmalarında da bu yorum farkı ortaya çıkıyor. Mesela İslam’ın “adalet” ilkesi bana göre “serbest piyasa” gerektirir; “anti-kapitalist Müslümanlar”a göreyse devlet müdahalesi gerektiriyor.
Bu yorum farklarını “fitne” yahut “bilinç kayması” diye kınayan, ardından “İslami görüş bellidir, lafı uzatmayın” diyenler ise, önemli bir hata yapıyor: İslam referanslı görüşlerden sadece birisi olan kendi kanaatlerini, diğer tüm Müslümanlara “tek doğru” diye dayatıyorlar.
Oysa hepimizin daha çok had bilmesi, “Şu fakirin kanaati şudur, en doğrusunu Allah bilir” diyen ulemanın tevazusunu hatırlaması lazım.
O kaybettiğimiz tevazudur, bizi daha çok istişareye ve daha açık zihinlere taşıyacak olan...