2008 yılında açılan Ergenekon davası ile önemli bir süreç başladı Türkiye’de. Bugüne dek askeri darbeler yapmış, cinayetler işlemiş, “devlet içinde devlet” olmuş kriminal yapılara karşı bir “temizlik” harekâtıydı bu.
Demokrasiye ve özgürlüklere inanan hemen herkes destekledi bu süreci. Ben de destekledim.
Ancak zaman içinde bazı tuhaflıklar, acayip “arızalar” çıkmaya başladı ortaya.
Benim açımdan bunların ilki, polis şefi Hanefi Avcı’nin komünist Devrimci Karargâh örgütünün üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanmasıydı.
Hiç akla yatar bir şey değildi bu. Avcı’nın “sağcı” olduğunu sağır sultan bile biliyor, zaten bu yüzden tüm solcular kendisinden nefret ediyordu. Dahası aynı Avcı, 28 Şubat’a cesaretle karşı koyarak çizgisini ispatlamış bir insandı.
Onun için ilk defa Hanefi Avcı olayı ile birlikte “dur bir dakika, bu işte bir yanlışlık var” demeye başladım. Ardından, Nedim Şener ve Ahmet Şık tutuklamaları gibi başka “arızalar” çıktıkça da itirazlarımı sürdürdüm.
‘Yardım ve yataklık’
Bu hafta, savcılık, Hanefi Avcı hakkındaki mütalaasını nihayet açıkladı ve mahpus polis şefinin 49 yıla kadar hapsini istedi.
Peki neye binaen?
Savcılığa göre:
“Devrimci Karargâh terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek, yargı görevini yapanı etkilemek, soruşturmanın gizliliğini ihlal, verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek, terörle mücadele görev yapan kişileri terör örgütlerine hedef göstermek, vahim nitelikte silah bulundurmak.”
Buradaki “vahim nitelikte silah bulundurma”yı geçiyorum. Poliste silah olmayacak da kimde olacak?
İlk başta zikredilen “terör örgütüne yardım ve yataklık” ise, Avcı’nın, daha önceden kendisine işkence yaptığı, sonradan helalleşip arkadaş olduğu Devrimci Karargâh üyesi Nejdet Kılınç’a “polisten kaçma yöntemleri” öğretmesinden ibaret.
Kabul edilir şey değil elbette; ama bombalama, öldürme, yaralama gibi bir suça iştirak da değil.
Kaldı ki örgüt üyesi olmakla suçlanan Nejdet Kılınç’a istenen ceza, ona “yardım ve yataklık”la suçlanan Avcı’ya istenenden daha az. Geçen Nisan ayında da tahliye edilmiş Kılınç.
Geri kalan tüm suçlamalar ise, Avcı’nın yazdıklarıyla ilgili. Yani, başka yazarların da belirttiği gibi, asıl mesele, hakikaten, Avcı’nın Ergenekon savcı ve polislerini suçlayan bir kitap yazmasından ibaret gibi duruyor.
Bu ise benim aklıma, vicdanıma hiçbir şekilde sığmıyor.
Ve Hanefi Avcı olayı, doğru bir sürecin nasıl olup da korkunç yanlışlara saplandığının en büyük ispatı oluyor gözümde.
Hukuk meseleleri
Bunları yazdığım için bana kızacak, öfkeli email ve twitter mesajları gönderecekler içinse şimdiden bir kaç hususu belirteyim:
Bir: Eğer süregiden bir dava hakkında vicdani kanaat ifade etmek “yargı sürecini etkilemek” ise (ki değildir), o zaman sanıklar lehine konuşanlar kadar aleyhine konuşanlar da yapmaktadır bu işi. İkincisini yapanlar birincisine kızamazlar.
İki: Kuşkusuz kararı “yargı” verecektir. Ama her yargı kararını doğru bulmak, içimize sindirmek zorunda değiliz. Eskiden “Kemalist yargı”nın nice kararını yerden yere vurduğumuzda bize katılanların, şimdi “yargı neylerse güzel eyler” deme noktasına gelmelerine aldırmak zorunda da değiliz.
Üç: Hukuk, hiçbir siyasi dava için araç haline getirilemez. “Doğru dava”yı yürüttüğüne inananların kalkanı ve aracı haline hiç getirilemez.
Oysa ne yazık ki Türkiye’de hukuk, bir türlü tarafsız ve adil bir mekanizma haline gelemiyor. O hale geldiğine dair bir kanaat oluşmuyor toplumda.
Hanefi Avcı olayı da bu vehametin en çarpıcı örneklerinden biri olarak tarihe geçiyor.