Cuma günü Mardin’de Ulu Cami yakınlarında çarşının kalbinin attığı küçük bir çayhanedeyiz. Masanın etrafındaki taburelerde oturmuş çayımızı içerken çayhanenin müdavimleri dışarıdan geldiği her halinden belli olan yabancıların kim olduğunu anlamaya çalışıyor. Çok geçmeden biri laf atıyor ve konuşmaya başlıyoruz. Turizm meslek yüksekokulunda okuyan gencin babası eğitimden ve iş imkanlarından sözü açıyor.
Orada bulunmamızın asıl nedeni Başbakan Davutoğlu’nun Artuklu Üniversitesi’nde yaptığı konuşma olduğu için de söz dönüp dolaşıp teröre ve onların hükümetten beklentilerine dayanıyor. Kahvenin müdavimleri her şeyden önce terörden şikayetçi. Birkaç saat önce Başbakan Davutoğlu’nun üniversitenin konferans salonunda söylediği gibi yüzyıllardır birlikte yaşadıklarını, kiminin Kürt, kiminin Arap, kiminin de Süryani olduğunu vurguluyorlar. Kendi etnik kimliklerini açıklıyorlar.
Ancak batıya, özellikle de İstanbul’a gittiklerinde ayrımcılığa maruz kaldıklarını belirtiyorlar. Bir servis şoförünün onları Kürt oldukları için taşımak istememesi belli ki zihinlerine kazınmış. Kendi de Kürt olan gazeteci arkadaşım kötü örneklerin her yerde olabileceğini söylemesini tasdik etseler de sanırım yaşadıkları tatsız deneyimi unutmalarını sağlamıyor. Israrla Kürt olmanın PKK’lı olmak anlamına gelmediğini vurguluyorlar.
Ülkenin batısından, yani bizlerden sadece yaptığımız ayrımcılık yüzünden değil onları, oraları, oralarda olan bitenleri anlamamız yüzünden de şikayetçi bu çayhanenin gönül rahatlığıyla bilge diyebileceğim insanları. Bir gece önce yaşanan patlamayı örnek gösteriyorlar. Bomba olup olmadığı dahi belli olmayan küçük bir patlamanın basın tarafından abartıldığından, olduğundan daha büyük gösterildiğinden yakınıyorlar.
Bu ve benzeri haberlerin Mardin’in ekmek kapısı olan turizmi baltaladığından söz ediyorlar. Hiçbiri dükkan, restoran ya da otel sahibi olmadığı halde terörün patlamasından bu yana Mardin’e ne kadar az insanın geldiğini örneklerle anlatıyorlar. Terör kadar terörün gazetelere, televizyonlara aktarılış biçiminden de şikayet ediyorlar. Tam bunları konuşurken bir Mardinli daha katılıyor aramıza.
Yeni gelen de işsizlikten yakınıyor ama kim olduğumuzu öğrenince işsiz olmasına rağmen bizi açsak yemeğe davet ediyor. Sonra da Suriyelilerin işlerini ellerinden aldıklarını, eskiden 35 lira yevmiye ile restoranda çalışırken şimdi Suriyeliler yüzünden 15 liraya bile iş bulamadığını söylüyor.
Birinin gözü İstanbul’da. Daha önce de gelmiş, bir akrabasının yanında kalmış ama rahatsız ettiğini düşündüğü için ayrılmış. Ancak yine gelmek, yine şansını denemek istiyor bizim oralara. Belki bir oto yıkama işine atılarak. Diğerleri ise yaşadıkları yerden memnun. Buralarda az parayla da yaşanabileceğini ve belli ki mutlu olunabileceğini düşünüyorlar. Haklılar da bölge huzura, kendileri de biraz paraya kavuşursa Mardin gerçekten de mutlu olunacak bir yer.
Bir saatlik kahve sohbetiyle Mardin uzmanı olduğumu söyleyemem ama konuştuğumuz bu insanların temsili özelliği olduğuna, beklentilerin büyük ölçüde bölgenin genelinin beklentilerini yansıttığına inanıyorum. Bu gururlu insanlar güvenlik, iş ve kimliklerine saygı bekliyor. Aşağılanmak istemiyor. Eşitlik talep ediyor. Muhalefet beğenmese de beklentileri o sabah Başbakan Davutoğlu’nun açıkladığı 10 maddelik paketle örtüşüyor.
Bu yüzden umarım paket içinde barındığı siyasi iradenin hayata geçmesine, bölgenin ağırlaşan ekonomik sorunlarının aşılmasına, eşitlik ve onurlu yaşam taleplerinin karşılanmasına yol açar. Zamanla içi daha fazla doldurulur. Yanlış anlaşılabilecek Sykes-Picot metaforunun daha az kullanılmasına, kastedilenin siyasi sınırlar değil zihinsel sınırlar olduğunun daha kapsamlı anlatılmasına vesile olur. Bir de ihmal edilen Ermenilik, Süryanilik gibi kimlikler vurgulanır.
Yine umarım sorunun diğer boyutları unutulmaz, pazarlığa, esnekliğe hep açık kapı bırakılır, ifade özgürlüğü başta olmak üzere tüm özgürlüklerin korunması için samimi çaba gösterilir. PYD üstünden PKK ile silahlı güçlerini Türkiye’den çekmesi için pazarlık yapılır. PKK’yı cesaretlendiren Rusya ile gerilimin aşılması, Kazakistan ya da başka bir ülkenin arabuluculuk yapması sağlanır. Yönetici elit arasında senkronizasyon güçlenir, öncelik anayasa değişikliğine değil bu bölgedeki sorunların çözümüne verilir...