Bizim son 100-150 yıllık siyasî tarihimizde birçok 'Kemal' ve de 'Kemâl Vak'ası' vardır.
Nâmık Kemâl, Ali Kemâl, Kara Kemâl, Yahyâ Kemâl, Kör Kemâl, Kemâl Derwish ve nihayet kendi benimsediği isim-sıfatla, Bay Kemâl. Akla ilk gelenlerden.
Nâmık Kemâl, hürriyet ve vatan şiirlerini Tanzimat dönemi edebiyatımızda ilk terennüm edenlerden sayılır. Kalemini Sultan 2. Abdulhamîd'e karşı kullanırken, öbür taraftan Abdulhamîd yönetimine verdiği gizli 'jurnal'leriyle de ilginç bir isimdir.
*
Son yıllarda İngiltere başbakanlığı da yapan meşhur Boris Johnson'ın da büyük dedesi olan Ali Kemâl ise, son Osmanlı Hükûmeti'nde Maarif ve Dahiliye Nâzırlığı yapan bir gazeteciydi ve İttihad- Terakki'ye ve Ankara Hükûmeti'nin başındakilere sert saldırı yazılarıyla dikkat çekiyordu. Sonra, yakalanıp Ankara'ya götürülürken, İzmit'te, aleyhine kışkırtılan kalabalıklar tarafından linç ettirilmişti. (Sultan Vahideddin'in de linç edilmesi gerektiğine dair Ankara Hükûmeti'nin en yetkili ismince Refet (Bele) Paşa'ya yazılan emirnâme de, 100 yıl sonra, geçenlerde açıklanabildi, HT yazarı M. Bardakçı tarafından.)
Kara Kemâl de, İaşe Nâzırı olarak, İttihad-Terakki'nin ekonomik açıdan en güçlü patronlarındandı.
Yahyâ Kemâl'e gelince, bizim dünyamızın değerlerinden ayrı ve uzakta yaşamanın hüznünü şiirlerinde en çarpıcı şekilde dile getirmiş olmasından ayrı olarak; Lozan Andlaşması'nı hazırlayan ekibin içinde olmasıyla da siyasî bir figürdür.
*
Bir diğer Kemâl ise, 23-24 sene öncelerde, Ecevit tarafından Dünya Bankası'ndaki memuriyetinden siyaset sahnemize getirilen ve kamuoyuna medya tarafından 'Türkiye'yi kurtaracak dâhi ekonomist' gibi abartılı propagandalarla sunulan Kemâl Derwish.
İşbu Kemal Dervish'in Türkiye'ye kapitalist emperyalizmin hazırladığı nasıl bir 'deli gömleği'ni giydirdiğini ve sonra da kafasının ve kasasının bağlı olduğu diyarlara, efendilerinin yanına çekip gittiğini tekrarlamaya gerek yok. Çünkü halkımızın en azından yarısı, ülkemizin 22-23 sene öncelerdeki o tükenmişliğini hatırlayabilir.
*
Evet, o Kemal'den sonra, bir de, materyalist-emperial dünyadan 100 milyar dolar temiz kredi getireceği vaadiyle ve seçimi kazanırsa, ekonominin başına, Amerikan ekonomisinin parlak isimlerinden olduğu söylenen Jeremy Rifkin isimli kişiyi ve Türkiye Ermenilerinden ve Amerika'da akademisyen olan Daron Acemyan'ı getireceğini açıklayan ilginç bir siyasetçi, Bay Kemâl'e değinelim.
Arada başka Kemâl'leri unuttuk mu, yoksa? Her ne ise, şimdilik bu kadarı yeter.)
*
Bu 'Bay Kemal', geçen seçimlerde, Erbakan'ın 'Millî Görüş' denilen hareketi içinde yer alan ve çoğunu, AK Parti'nin 'kenara koyduğu' tipleri yıllarca ön plana çıkarmaktan medet ummuş, nicelerine milletvekilliği ve hattâ Ekmeluddin İhsanoğlu örneğinde olduğu üzere, C. Başkanlığı adaylığı'nı da sunmuştu.
Ama 'taşıma suyla değirmen döndürülemeyeceğini' anlayamadığından bir yere varamadı.
Şimdi ise, Daron Acemyan ve de Amerika'lı Jeremy Rifkin'den medet uman bir Bay Kemal olarak sahnede. (Şahsen bu Bay Kemal' isimlendirmesine sıcak bakmasam da, kendisi bunu sık sık ve benimseyerek tekrarladığına göre, biz de kullanabiliriz.)
Ama ilginç bir diğer durum daha ortaya. Çünkü Daron Acemyan'ın, 'Dar Koridor' adlı kitabında, CHP'nin tartışılmaz kutsal lider kabul ettiği M. Kemal üzerine yazdıkları CHP içerisinde de tartışmalara yol açabilir.
Acemyan ya da Acemoğlu, kitabının 487 ve devamı sahifelerinde, 'Daha sonra 'Atatürk' adını alacak olan Mustafa Kemal, (...) İTC (İttihad- Terakki Cemiyeti)'nin oyun tarzını sürdürdü (Atatürk dahil, liderleri İTC'nin eski üyeleriydiler.) (...) daha fazla reform ve devlet inşası için yol açıktı ama sadece despotik tarzda bir devlet oluşumu için; artık iktidar merkezi, Atatürk'ün Cumhuriyet Halk Partisi'ydi. CHP ekonomi ve toplumu modernleştirdi, ama liderleri ve müttefikleri için denetlenmeyen bir iktidar ve ekonomik zenginlik de getirdi. (...) toplumun pek çok kesimi için, bir kısım özgürlükler getirmek bakımından önemli adımlar olsalar da, (...) Latin alfabesine geçiş, kıyafet devrimi, dinî kurumların yeniden yapılandırılması gibi pek çok reform, topluma danışılmadan yapıldı. Bu reformlara direnenler, örneğin, şapka yerine 'fes' takmakta ısrar edenler kovuşturmaya uğradı, bazı durumlarda da infaz edildi.' diyor.
Evet, son zamanlarındaki söylemlerinde, 'kimsenin inancına, yaşayış tarzına karışmayacağız' diyen Bay Kemal, bu ilginç tesbitleri yapan Daron Acemyan'ı yanına alırken, Kemalist devrimlere milimi milimine bağlı kalacaklarını da tekrarlayabilecek mi? Ya da; 'İşte biz bunlar için, halk tarafından hiçbir zaman desteklenmedik.' itirafında bulunup 'redd-i mirâs' eyleyecek mi?
*
Daron Acemyan'ın bu yazdıkları yeni de değil. Bir diğer ilginç ermeni vatandaşımız olan Sevan Nişanyan'ın 'Yanlış Cumhuriyet' isimli kitabı da benzer yorumlarla doludur.
Biz de, 5 Aralık tarihli ve 'geçmişten kalma zulüm mirası reddedilmeden; yenilenmeye, sahi inanılacak mı?' başlıklı yazımızda, anayasa hukukçularından müteveffâ B. Tanör'ün kitaplarında, 'Müslüman kitlelere, yeri geldiğinde ne gibi 'gözdağı' verildiğini ve 'oldubitti' yöntemlerine başvurulduğunu' ve 'Ankara'daki ilk Meclis'in nasıl dize getirildiğini' anlattığını ifadeyle, '...Bu behemehal olacaktır. Burada içtimâ edenler, Meclis ve herkes, meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık (uygun) olur. Aksi takdirde, hakikat, usûlü dairesinde yine ifade olunacaktır. Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir. (Nutuk,II, s.186)' gibi bazı aktarmalar vermiş ve 'bu son cümlenin iş bitirici olduğu anlaşılmaktadır' şeklindeki sözlerini ve 'Türk laikliğinin bir özelliği de, din-devlet ayrılığını iki taraflı karışmazlık olarak algılamamasıdır. Burada din ve devlet iki ayrı özerk alan değildir. Din, devlet işlerine karışamaz ama Devlet din işlerine karışabilir, bunları düzenleyebilir ve denetleyebilir. (...) Dinsel özgürlükler alanındaki bazı uygulamalar ise hem özgürlük kavramını, hem laiklik mantığını zorlar nitelikteydi: (Din eğitiminde 15 yıl kadar süren boşluk (devletin bizzat eğitim vermemesi, örgütlü olarak verilmesine de pek izin vermemesi), Ezan dilinin değiştirilmesi, Hac ziyaretlerine döviz ayrılmaması, bazı cami ve mescidlerin hizmet dışı bırakılması, türbelerin kapatılması, dinsel yayınların kısıtlanması vb.) (B. Tanör, Kuruluş, 1920 Sonraları, s, 120-121) sözlerine dikkati çekmiştik.
*
Evet, 'yeni 'Kemal Vak'ası'yla milletimize sunulmaya çalışılan 'yeni vizyon'a bakarken, bu tarihî geçmişi de hatırlamak gerekir.
Ziyâ Paşâ, 150 sene öncelerde; 'Bed (kötü) asl'a necâbet (asâlet) mi verir hiç üniforma; zerdûz (altın işlemeli) palan vursa; e..., yine e...tir.' demişti.
*