İstanbul'dan İlyas Erken ve Artvin'den Şevket Kirazcı, ayrı ayrı, aynı videoyu göndermişler; eski İçişleri Bakanlarından bir kişi, 'Merve Kavakçı başörtüsünden dolayı kovulmadı, Meclis'ten..' diyordu o videoda.. 'Ne dersiniz, bizi birileri bir şey anlamaz yerine mi koyuyor?' diye soruyorlar.
--Söz konusu videoyu ben de izledim. Evet, ünlü polis md.lerinden ve eski İçişleri Bakanlarından (bir ara, kurduğu ve amma şimdi yok olan bir siyasî partinin genel başkanı da olan) Sadeddin Tantan isimli kişi, 'Merve Kavakçı, Meclis'ten baş örtülü için kovulmadı..' diye bir laf ediyordu.. Sonra da, 'onu Meclis'e bir takım çevrelerin gönderdiklerini ' üstü kapalı ifadelerle ileri sürüyor; dönemin C. Başkanı Demirel'in kof iddialarını tekrarlıyordu. O kadar kof idi ki, o iddialar, hakkında C.Başkanı olarak adlî makamları harekete geçirememişti.
*
Şimdi de, aradan 23 yıl geçtikten sonra, 'kim bilir hangi çevrelerin sözcüsü olarak konuşuyorsa..' diye, Tantan Efendi hakkında benzer bir cümle kurulsa, rahatsız olmaz mı?
Bu vesileyle belirteyim.. Merve Kavakçı Hanım, o hadiselerden 2 yıl kadar sonra Almanya'ya gelmişti. O zaman, birileri, sohbet sırasında Merve Hanım'a, 'Kısaca sizi birileri sıçrama tahtası olarak kullandı, sonra da sahib çıkmadılar..' deyince.. Merve Hanım, bir Müslümandan beklenecek bir olgunlukta, 'Birilerinin öyle bir niyeti var idiyse, bu onların meselesidir, ama, ben aynı şartlar olsa, yine aynı şekilde davranırım.. Ben inancımın gereğince hareket ettim ve ediyorum.. Benim hedefim, inandığım değerlerimden tâviz vermeden hareket etmekti.. Nitekim, m.vekili adaylığı için başvurumu örtülü fotoğrafımla yaptım ve hiçbir itiraz olmadı, ama Meclis'te, bildiğiniz gibi..' şeklinde bir karşılık vermişti.
Ve bilindiği üzere, Merve Hanım, Meclis'e girdiğinde, Başbakan Ecevit, daha önceden yazdığı anlaşılan bir kağıdı cebinden çıkarıp okuyarak, 'Burası Devlet'e meydan okuma yeri değildir. Bu kadına haddi bildirilsin..' diye tepinircesine bir nutuk irad ediyordu.. Hani şimdilerde, inançlarından dolayış dışlanmış, saldırıya uğramış kesimlerle helâlleşmekten söz eden KK Bey'in çok takdir ettiği Ecevit var ya, işte o, o gün, başka zamanlarda sergilediği kibarlığı filan tamamen unutmuştu..
Tantan Efendi, sen neredeydin o zaman; Türkiye'de değil miydin?. Kaldı ki, Türkiye'de olmasaydın bile, o konu aylar boyu dünya efkâr-ı umûmiyesini uzuuun uzuuun meşgul etmişti. Sen şimdi halkın hâfızasını herhalde kendi hâfızanla aynı noktada görüyor olmalısın ki, böyle acayip izahlar yapıyorsun..
O kadar açık bir konuyu, 'Hayır, başka sebeplerle kovuldu' diye izah etmenin ardında seni öyle konuşturan birileri mi var yoksa..
Tantan Efendi, 'Başörtüsü yasağı yoktu ki.. KK bu konuyu niye gündeme getirdi,
anlayamadım..' demeyi de ihmal etmemiş..
*
Bu vesileyle o günlere aid bir başka dehşetli lafı da aktaralım..
Ünlü Osmanlı tarihçisi Prof. Halil İnalcık'la o günlerde yapılan bir mülâkat daha sonra kitab halinde de yayınlandı da.. O sırada 85 yaşlarında olan İnalcık'a, Merve Kavakçı etrafında estirilen laik kasırgaları da sormuşlardı.
O büyük Osmanlı tarihçisi diye yüceltilen kişi, ilk cümle olarak, 'Bülent bey o konuyu niçin o kadar büyüttü, anlamadım..' demişti. İnsan, o ilk cümleden hareketle, 'İnalcık hocaya aferin, Ecevit'in yanlış yaptığını söylüyor..' zannedebilirdi.
Ama, İnalcık, cümlesinin devamında, 'Bülent Bey, çağırıp bir polisi, 'Şu kadını atın Meclis'ten..' deseydi, mesele bu kadar büyümezdi..' diyecek kadar, tam da 1930'lar kemalistliğinin zihniyetini dile getiriyor ve 90 yaşına merdiven dayamışken öyle konuşmaktan çekinmiyordu. Üstelik de kendisi, Kırım- Akmescid'de veya Bahçesaray'da imam ve müezzinlik yapan bir babanın oğluydu ve Kırım'a gittiğinde babasının Ezan okuduğu minare şerefesinden çektirdiği fotoğrafı bile yayınlamıştı..
Evet, onlar bir nesildi.. Şimdiki yeni nesiller bu anlatılanları ve yaşanılan acıların hikâyelerini bir masal gibi ve bir daha tekrarlanamayacakmış gibi dinliyorlar, umursamadan..
**
*Mesud Zirek isimli bir diğer okuyucu, tam da bugünlerde, meşhur bir kemalist hukukçunun; 2007'de Abdullah Gül'ü Cumhurbaşkanı seçtirmemek için icat ettiği ve Meclis'in toplanması için 367 üyenin hazır bulunmasının şart olduğunu ortaya atan ve bu konuda Kuvvetli Silahlar Partisi aracılığıyla Anayasa Mahkemesi'ni de aynı konuda açıklama yapmaya sürükleyebilen ve amma şimdi kolu kanadı kırılmış olsa bile hâlâ da, 'kanadlarım var..' demeye getiren ve kendisini 'bilmem hangi yargı kurumunun onursal bilmem ne başkanı' filan diye kendi kendine yaldızlayan veya mâlûm kesimlerce yaldızlanan bir kişinin yeni iddiasını gönderdi.. Mâlum gazetelerden..
Bu kişi de, 'Erdoğan şiir okuduğu' diye siyasetten yasaklanmadı ' demiş..
Ya, neymiş sebep..
Halkı kin ve nefret duygusuna sürükleyen bir konuşmadan dolayı imiş..
Haa, anladık şimdi, kanun adına hokkabazlığı.. Başka bir şiir okusaymış, öyle bir suç olmaz, ve engellenmezmiş.. Ama, Erdoğan, 'Câmiler kışlamız, mü'minler asker.. Minareler süngü, kubbeler miğfer.. Allah'u Ekber!.' diye bir şiir okumuş imiş.. Ama 1920'lerde, yani kemalist-laik rejim öncesinde yazılmış olan o şiir okunabilirmiş, ama şimdi, hayır..
Siz olsanız bunu söyleyen kişiye ne dersiniz?
Okuyucumuz Mesud Bey, ayrıca, Tayyib Erdoğan'ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesine karşı söz konusu kişi ve diğer militan kemalist hukukçular tarafından kanun adına engelleme entrikaları ısıtılmaya çalışıldığını da dile getiriyor.. Ki, biz bu konuya, 21 Aralık tarihli yazımızın giriş bölümünde kısaca değinmiş ve YSK Başkanı Akkaya'nın, ne mânaya geldiğini açıklamaktan , 'ihsas-i rey olmasın..' diye kaçındığını belirttiği muğlak sözlerinin altında bir şeyler dile getirmeye çalıştığını ifade etmeye çalışmış ve iyisi mi, gelecek seçimlerin 14 Mayıs 2023' Pazar günü' 14 Mayıs 1950'de milletin 29 yıllık Şeflik düzenlerine tekme atışın 73. yıldönümünde yapılmasının, yani normal zamanından 1 ay kadar öne alınmasının, bir takım yersiz tartışmaların yolunun kesebileceğini belirtmiştik..
**
*Ve Almanya'dan Râci Mazı isimli okuyucu ordudan atılmış bir eski generalin cezaevinde vefat etmesi ve hiç bir askeri tören yapılmadan defnedilmesiyle ilgili haberi göndermiş..
--Evet, o konu son 1-2 gündür.. Mâlûm medyada yazılıp çiziliyor.. Söz konusu kişi, 28 Şubat 1997 Askerî Darbesi'nin içinde bulunmaktan dolayı, yaş haddinden emekli olduktan sonra suçlanmış, yargılanmış, mahkûm olmuş ve verilen hükümler, bütün kanunî itiraz yolları sonunda da kesinleşmiş ve 10-15 kadar yüksek rütbeli eski generaller ve diğer subaylarla birlikte hapiste iken, birkaç gün önce ölmüş. Ordudan atıldığından dolayı, bütün rütbe ve unvanları da alınmış, er statüsüne indirilmişti, tabiatiyle.. Ve tabiatiyle, hiçbir askerî tören yapılmadan defnedilmiş..
Amaniiin! Çok bir demokrat kalemler, bu tablonun nasıl acı verdiğini yazılarına nasıl da yansıttılar.
Elbette, bu kadar yüksek dereceli eski komutanların böyle bir âkıbete ulaşmaları istenmezdi, Ama, asıl öğrenilmesi gereken, 'Onlara gerçekten de haksızlık yapılmış mıdır?' sorusunun cevabıdır.
Bu kalemşörlerden birisi daha geçenlerde; 1950-60 arasında, 3 seçimde de halkın iradesiyle seçilip, bu ülkeye büyük hizmetler etmiş bir lider olan Adnan Menderes'in 10 yıllık Başbakanlık'tan, 27 Mayıs 1960 askerî darbesi ile indirilip, Yüksek Adalet Divanı gibi tumturaklı isimlerle yargılama yapan düzmece bir mahkemede, Divan Başkanı Sâlim Başol'un, 'N'apalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor..' diyerek verdiği idâm hükmünü, o dönemdeki sosyal coşkuyla itirazsız karşılandığı gibi en ilkel kemalist mantıkla mâzur göstermeye çalışıyordu.
'Darbecileri yargılayacağız diyenler, haydi bakalım, yargılayın da görelim.' diye Erdoğan'ı eleştirenlerin, o yargılamalar yapılınca da, kimleri temize çıkarmaya çalışırken, adalet için mi, yoksa ideolojik tercihleri için mi, merhamet simsarlığına kalkıştıkları görülüyor.
*