Osmanlı'yı asırlarca yıkamayan Haçlılar, içten çürütmeyi başarmıştı. Yani; savaşa gerek kalmamış; içine saldıkları "kurt"ların çürüttüğü elma, kısa süre sonra önlerine düşmüştü!
İngiliz Yahudi ittifak, bu "kullanışlı" yöntemi yeni Türkiye'de de; kuruluşundan itibaren uygulamıştı. Derin İngiliz Lord Curzon'un, "Türkleri kendimize bende yapalım, menfaatlerimiz için kullanalım" raporu, tam da bunu ifade ediyordu. Vahim ayrıntıları bu linkten okuyabilirsiniz:
https://www.star.com.tr/yazar/curzonun-1919-ocakta-yaktigi-ates-turk-milletini-hala-yakiyor-yazi-1921257/
Anne tarafından Yahudi olan Churchill'in "Türkiye solarsa sulayın, büyürse budayın" taktiği ise, bir asırdır yaşadığımız "vesayet işgali"nin özetidir. Ne zaman istikrara kavuşup şahlanmaya kalkmışsak; farklı "çelme"lerle tökezletildik! Bu amaç için, zamanın ruhuna göre "Atatürkçüler"den "Cemaatçiler"e; hatta "Çevreciler"e kadar herkes kullanıldı.
Başımıza gelenlerin tamamen içeride başlayıp biten operasyonlar olduğunu düşünmek ahmaklıktır. Zira bilhassa bu bölgedeki sınırların, emperyalistler için bahçe duvarı kadar bile önemi yoktur. Yani Türkiye'deki bir darbe veya toplum mühendisliğinin mutlaka bölgemizle de bağlantısı vardır.
YENİ HAÇLI SEFERİNİN ADI "ARAP BAHARI"
Nitekim, dünyanın öbür yakasındaki 11 Eylül 2001 saldırıları, "Orta Doğu'yu yeniden dizayn seferberliği"nin habercisiydi! "En büyük şüpheli" ABD, ilk etapta Afganistan ve Irak'ı işgal etmiş ve "Bölgeyi Büyük İsrail'e hazırlama" harekâtını tamamlamak üzere de "Arap Baharı Operasyonu"nu başlatmıştı.
Bu sefer "uzaktan kumanda" yöntemi uygulanacaktı! Haçlı Siyonist ittifakın dünyayı dizayn etme hedefi doğrultusunda, birçok devlette "kadife" darbeler yapan George Soroz'un (Açık Toplum Enstitüsü) parası ve Gene Sharp'ın (Albert Einstein Enstitüsü) sinsi yöntemleri kullanılacaktı!
Gene Sharp, "Şiddet Dışı Eylem Politikası" dese de aslında "silahsız darbe"nin kitabını yazmış bir sosyolog ve siyaset bilimci idi. "Sivil İtaatsizlik" maskeli bu kalkışmalar, birçok ülkede uygulanmış ve darbeyle sonuçlanmıştı.[1]
Yine insanların memnuniyetsizlikleri üzerinden düzenledikleri sokak gösterilerinde, "SMS ve sosyal medya ile eylem organize etmek, öğrencileri meydanlara çekmek, ülke liderini 'diktatör' ilan etmek" gibi Sharp taktikleri uygulanmıştı.
Zulüm ve baskı altında inleyen Araplara "Bahar" vaat etmişlerdi. Herkes, "İslâm dünyası, diktatörlerden kurtulacak" diye seviniyordu ama kimse "Batı, kendi vesayet iktidarını kendi eliyle niye yıksın" diye düşünmüyordu!
Tunus'ta M. Buazizi isimli seyyar satıcının 17 Aralık 2010 tarihinde kendini yakmasıyla başlayan gösteriler, hızla büyümüş ve 24 yıldır ülkeyi yönetmekte olan Zeynel Abidin bin Ali, 14 Ocak 2011 günü ülkeden kaçmak zorunda kalmıştı. Yeni yöntem, askerî darbelerden bile hızlıydı!
"Arap Sonbaharı" adeta "seri üretim"e geçmişti. Tunus'taki coşku Mısır'a taşınmış ve 30 yıllık "Mübarek Diktatörlüğü", 25 Ocak'ta başlayan gösterilere ancak 15 gün dayanabilmişti!
Gösteriler Yemen'e sıçramış ve 33 yıllık Ali Abdullah Salih'in sonunu hazırlamıştı. Yemen, yıllarca sürecek bir vekâlet savaşının arenası olmuş, çocuklar açlıktan ölmüştü ama olsun; ülkeye "bahar" gelmişti!
14 Şubat'ta Bahreyn'de başlayan gösteriler 17 Şubat'ta da Libya'ya sıçramıştı. Kaddafi'nin sert karşılık vermesi üzerine "B Plânı" uygulanmış; direnişçiler silaha sarılmıştı. Bu fırsatı bekleyen Batılı devletler, 19 Mart günü Paris'te toplanarak, "Uluslararası müdahale" adı altında "işgal" kararı almıştı. Nihayet Kaddafi 20 Ekim'de aşağılanarak öldürülmüş, yalvaran görüntüleri âleme ders için servis edilmişti.
Arap Baharı ile özgürlüğe(!) kavuşan bu ülkelerde, kısa süre sonra eski diktatörler mumla aranmıştı!
Mısır'da ise "bahar"ı iyi değerlendiren halk, 17 Haziran 2012 seçiminde Muhammed Murs'i'yi yüzde 52 oyla başkan seçmişti. Ancak Mursî'nin millî ve yerli icraatları, "bahar" rüzgârı estirenlerin istediği yönde gitmiyordu! Mesela Gazze'nin; nefes borusu mesabesindeki tünelleri açmıştı. Duruma derhal el koyan ABD, Mursi'nin çok güvendiği için "Savunma Bakanı" tayin ettiği Abdülfettah es-Sisi'yi kullanarak darbe yapmıştı!
SON "BAHAR" GELDİ; SINIRIMIZA DAYANDI!
Yalancı bahar rüzgârı, Libya ile eş zamanlı olarak güney komşumuz Suriye'de de esmeye başlamıştı. Batı kaynaklı binlerce SMS ve e-maille sokaklara dökülen Suriyelilerin üzerine, 15 Mart 2011 günü Dera'da yaylım ateşi açılmıştı. Nusayrî diktatörlüğü, kendi halkını öldürme konusunda çok tecrübeliydi! Nitekim her gün tırmanan katliamlar, ülkeyi iç savaşa sürüklemişti. Halkın neredeyse yüzde 90'ı Baas diktatörlüğüne karşı ayaklanmıştı ama Beşar Esad, ülkesini ve milletini feda etme pahasına koltuğu bırakmamaya kararlıydı.[2]
Sünnîlere karşı asırlardır birikmiş öfkesini kusmak için fırsat kollayan İran'a, "sıcak deniz" hayali kuran Rusya'ya ve İsrail'e müteahhitlik yapan Amerika'ya Suriye'yi peşkeş çeken Esad, Türkiye düşmanlığını da, sınır boyunca yerleştirdiği PKK teröristleri üzerinden devreye sokmuştu.[3]
Her şey tam da İsrail'in yazdığı senaryoya göre ilerliyordu. "Büyük İsrail" sahası, hallaç pamuğu gibi atılmış; "tek engel" Türkiye ise, dışarıdan PKK/YPG; içeriden FETÖ vasıtasıyla bloke edilmişti.
Haçlı Siyonist ittifakın da "birikmiş" hesabı vardı. Sulayarak; budayarak kontrol ettikleri Türkiye, 2000'li yıllardan itibaren aykırı gitmeye başlamıştı. Özellikle, 52 yıldır devam eden ve 37 hükümetle 8 Cumhurbaşkanı eskiten "IMF mahkûmiyeti"miz, 14 Mayıs 2013'te ödenen 426 milyon dolarlık son taksitle sona ermiş ve en üst seviyeden "bir daha asla" iradesi ortaya konmuştu![4]
Yine, en güçlü vesayet zinciri olan savunma sanayiinde de yerli üretim oranı yüzde 20'den yüzde 70'lere tırmanmıştı! Bu ve daha nice icraatlar, 80 yıldır "bende"si olduğumuz Batı'ya karşı en büyük meydan okumaydı!
Türkiye'nin uzayan kolları dipten kesilmeliydi! Yani başı belaya girmeli ve etrafında olup bitenlere bakacak hali kalmamalıydı. Bu da ancak; Türkiye'yi vesayet zincirlerinden kurtaran Erdoğan'ın alaşağı edilmesiyle mümkündü! Zaten memnuniyetsizler artmış tahrik ortamı oluşmuştu!
Aranan fırsat; Taksim'de ortaya çıkmıştı. Taksim trafiğini yeraltına indirme çalışmaları sırasında Gezi Parkı'ndaki 10 kadar ağacın yeri değiştiriliyordu. "Arap Baharı" tecrübesi ve sosyal medya marifetiyle yayılan "Taksim'de ağaç katliamı yapılıyor" yaygarası sonuç vermiş; 27 Mayıs 2013 tarihinde başlatılan "Gezi Kalkışması", bütün muhaliflerin desteklediği bir "Türk Baharı"na dönmüştü. "Zulüm 1453'te başladı" afişleri, kalkışmayı hangi "çevre"nin yönettiğini haber veriyordu!
FETULLAHÇILAR GEZİ ATEŞİNE BENZİN DÖKTÜ!
Açık Toplum Vakfı kurucusu Osman Kavala'nın, Taksim Dayanışma Platformu üzerinden; Gene Sharp taktikleriyle koordine ettiği Gezi Kalkışmasına CHP; HDP ve PKK doğrudan katılmış, FETÖ ise; aynen 28 Şubat Darbesi'nde olduğu gibi sinsice en büyük desteği vermişti! Çünkü Fetullahçı emniyet mensupları, "çevre hassasiyetli bir protesto"yu, Türkiye geneline yayılan "vahşi bir kalkışma"ya dönüştürmüştü![5]
Zira Gezi Parkı'ndaki eylemlerin sadece "oturma" şeklinde devam ettiği 30 Mayıs sabahı saat 05.00'te Taksim'e TOMA'lar eşliğinde dalan "emniyet timleri" adeta "Oturmayın; saldırın" demişti. Polis üniformalı Fetullahçılar, oturan gençlere yoğun biber gazı sıkarken, gaz maskeli ve sivil giyimli iki kişi de, içinde uyuyanların olduğu çadırları, benzin dökerek yakmıştı.[6]
İzmir'de gazdan etkilenerek yere düşen göstericiler "çivili sopa"larla acımasızca dövülmüştü. Bu tahriklerle bütün Türkiye'ye yayılan olaylar 112 gün devam etmişti.[7]
18 Aralık 2014 tarihinde, İstanbul 51'inci Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, Emniyet Müdür Yardımcısı Ramazan Emekli'nin, çadırları toplayan zabıta komiseri Mustafa Sarı'ya "Toplamakla uğraşmayın, yakın gitsin" talimatı verdiği ortaya çıkmıştı.[8]
Diğer Müdür Yardımcıları Mithat Aynacı ve Yunus Dolar'ın yönettiği müdahalelerde ise, oturan göstericilere yakın mesafeden 150 bin biber gazı ve 300 ton su sıkılmıştı. Bu 3 Fetullahçı, 17 Ağustos 2016 tarihli KHK ile ihraç edilmiş; CHP lideri Kılıçdaroğlu da göreve iade sözü vermişti!
Türkiye'deki fitne ateşini, Taksim'e kamp kuran Batı medyası da bütün gücüyle destekliyor, vandallara müdahaleyi "zulüm" diye manşetliyordu![9]
3 Temmuz'da kanlı bir darbe ile yönetimi ele geçiren Sisi'nin, camiden çıkan Müslümanları yaylım ateşine tuttuğu günlerde, İngiliz The Times gazetesinde yayınlanan tam sayfa ilânda bir lider, "Halkına karşı yaptığı insanlık dışı muameleler" sebebiyle "diktatör" olarak suçlanıyordu.[10]
Sisi'den bahsedildiğini düşünmüşseniz yanıldınız. Avrupalı "aydın"ların kınadığı diktatör(!), halkının huzurunu sağlamak için yağmacılara "dur" diyen Erdoğan idi.
GÜL VE ARINÇ, KİMDEN MESAJ ALMIŞTI?
Başbakan Erdoğan'ın uzun metrajlı Afrika gezisinde olmasından kaynaklanan idare ve irade zafiyeti sebebiyle devlet ciddi anlamda bocalamıştı.
Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile görüşen Taksim Dayanışma Platformu, eylemleri engelleyen valilerin görevden alınması, göstericilerin serbest bırakılması gibi "üstten" taleplere ilaveten, AKM denen "ucube"nin yıkılmaması, (birkaç gün önce temeli atılan) 3. Boğaz Köprüsü ve yeni havalimanı gibi dev projelerin durdurulması şeklindeki Batı suflesi "şartlar" ileri sürmüştü.[11]
Başbakan Erdoğan, "dış güçlerin devrede olduğu bir darbe girişimi" tezgâhlandığını söylerken Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, çok katmanlı bu kalkışmayı "masum mesajlar" olarak değerlendirmişti. 3 Haziran günü Çankaya'da düzenlediği basın toplantısında "Demokrasi sadece seçim demek değildir. İyi niyetli olarak verilen bütün mesajlar alınmış" demişti.[12]
Oysa Gezi'nin organizatörleri bile, "Mesele ağaç değil, hâlâ anlamadınız mı" diyordu. İlerleyen aylarda "kalkışma"nın bütün arka plânı ortaya çıkmıştı ama Gül'ün fikri yine değişmemişti! 18 Mart 2014 tarihinde, Danimarka'daki açıklamasında, "dış güçler"in etkisi olmadığını iddia etmiş, "Siz yaranızı açık bırakırsanız elbette sinekler konar. Türkiye'yi yıkmak isteyen birileri varmış gibi komplo teorilerine inanmıyorum" demişti.[13]
TAM BİR "28 ŞUBAT" DENEMESİYDİ!
"Gezi Kalkışması"nın yargı süreci de tıpkı 28 Şubat davası gibi Fetullahçılar tarafından yıllarca sabote edilmiş, enfeksiyonlu hakim ve savcılar ayıklandıktan sonra normalleşebilmişti. Nitekim 25 Nisan 2022 günü biten Gezi Parkı Davası'nda koordinatör finansör Osman Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet, diğer sanıklara da 18'er yıl hapis cezası verilmişti. Haçlı-Siyonist ittifak ve içerideki uzantılarının gösterdiği tepki, "Gezi Kalkışması"nın kaynağını ve amacını net olarak gösteriyordu.
Netice itibarıyla, ilk günlerde çevre hassasiyetli gençler gitmiş olsa bile; Taksim'e çöreklenen niteliksiz muhaliflerin de, bütün Türkiye'yi savaş alanına çeviren vandalların da böyle bir derdi yoktu. Nitekim bugün hâlâ "Gezi" avukatlığı yapanlara bakıldığında, meselenin "çevre" olmadığı çok iyi anlaşılmaktadır![14]
"Gezi Kalkışması", hedefine ulaşabilseydi, tıpkı 28 Şubat'ta olduğu gibi Erdoğan yıpratılacak ve hemen peşinden gelecek "17/25 Operasyonu" ile de "saf dışı" bırakılacaktı! Böylece, 30 Mart 2014 Yerel Seçimlerinde hezimete uğrayacak ve 10 Ağustos'taki Cumhurbaşkanı seçimine ise aday bile olamayacaktı. Yani "Gezi" tamamlanabilseydi, Erdoğan da, Mursi'nin akıbetine uğrayacak; 15 Temmuz darbesine gerek kalmayacaktı![15]
Bütün bunlara rağmen, Gezi Kalkışmasını "masum bir çevre protestosu" olarak görenler asla masum değildir!
[1] İşte Dünyayı Karıştıran Adam, Türkiye, 24 Şubat 2011.
[2] Gizli eller Suriye'yi de karıştırdı: Ateş Kapıda, Türkiye, 25 Mart 2011.
[3] Bin PKK'lı Suriye'de görevde, Türkiye, 14 Mayıs 2011.
[4] IMF Tuş Oldu, Hürriyet, 15 Mayıs 2013.
[5] GENE mi sen, Türkiye, 5 Haziran 2013.
[6] Çadırları Ateşe Verdiler, Hürriyet, 31 Mayıs 2013.
[7] Çivili Tim, Müdürün Çıktı, Hürriyet, 5 Haziran 2013.
[8] Yakma Timi Açığa Alındı, Hürriyet, 20 Haziran 2013.
[9] Meydanda Yabancı Var, Yeni Şafak, 4 Haziran 2013.
[10] Letter to the Prime Minister of Turkey, The Times, 25 Temmuz 2013.
[11] Platform'un Talebi Arttı, Sabah, 6 Haziran 2013.
[12] Gül: Mesaj Alındı, Hürriyet, 4 Haziran 2013; Sabah; 4 Haziran 2013.
[13] Komplo Teorilerine İnanmıyorum, Fikret Bila, Milliyet, 19 Mart 2014.
[14] Ağacın Altından Tahrik Çıktı, Star, 2 Haziran 2013.
[15] Erdoğan: Sivil Darbe Engellendi, Yeni Şafak, 9 Haziran 2013.