Türkiye’de iç ve dış politikanın topluma yansıma biçimi, bazı ülkelerden farklı. Farklılıkların biri, kriz durumlarında verilen tepkilerle ilgili. Türkiye’de toplumun büyük bölümü, ekonomide bir durgunluk, bir daralma ya da bir kriz ihtimali olduğunda durmayı tercih ediyor. Diğer bir ifadeyle bekliyor.
Bekleme halinin bir iyi bir de kötü sonucu oluyor. İyi olan, insanların paniğe kapılmaması, sağa sola saldırmaması, Yunanistan ya da Arjantin’de olduğu gibi dükkan vitrinlerini kırmamaları. Hatta Türkiye’de gerçek bir ekonomik sorun nedeniyle insanların yürüyüş yaptığı, sivil toplum örgütlerinin sokağa indiği vaka sayısı bile dünyadaki örneklere göre yok denecek kadar az.
İnsanların sükûnetle beklemeleri, krizlerin büyümesine engel oluyor; bu toplumumuzun sağduyusuna işaret ediyor. Ancak öte yandan olası bir ekonomik daralma var diye bekleyen insanlar, aynı zamanda gözlerini sadece Ankara’ya çeviriyorlar. Bu da kötü olan duruma karşılık geliyor. Merkezde olacaklara bağlı olarak pozisyon alma beklentisi, Türkiye’de hala gerçek piyasa ekonomisinin işlemediğini gösteriyor. Zira piyasa ekonomisi, kriz ihtimallerinden de para kazanmayı mümkün kılan bir ekonomi.
Herkes gözünü Ankara’ya dikince, hükümetlerin topluma bakarak siyaset üretmesi yerine, toplumun hükümete bakarak konum alması gibi tersine bir durum ortaya çıkıyor.
Paniğe kapılmış gibi yapmak
Türkiye’yi birçok ülkeden farklılaştıran bir diğer konu ise esasen katiyen telaşa düşülmemesi gereken konularda gereksiz bir karamsarlığa kapılma kapasitesiyle ilgili. Eyvah seçimden koalisyon ihtimali çıktı, eyvah koalisyon kurulamadı, eyvah seçime gidiliyor, eyvah ABD İncirlik üssünü kullanıyor...
Bu konuların hiçbiri bir durumu yansıtmıyor, hepsi birer süreç. Dolayısıyla birçok gelişmeye bir ikinci şans ya da yeniden yapılanma fırsatı olarak bakılacağına kriz olarak bakılması tercih ediliyor. İçinden geçmekte olduğumuz dönem, Türk siyasal yaşamında çok kısa bir döneme karşılık geliyor. Üstelik böyle bir dönem geçirildiği de iyi oldu; her kesim öz eleştiri yapma ve dönüp evinin içine, verdiği ve aldığı oya yeniden bakma imkanı buldu.
Üstelik, geleceğe yönelik karamsarlık mutlak belirsizlik söz konusuysa olur; Türkiye’de böyle bir durum yok. Olasılıklar belli. Ya AK Parti yeniden tek başına iktidarı alacak ya da koalisyonu yine birinci parti olarak kuracak. Koalisyon deneyimleri de yaşandığına göre, paniğe hiç gerek yok.
Sistemi tartışıyormuş gibi yapmak
Türkiye’yi farklı kılan üçüncü bir özellik ise toplumun büyük çoğunluğunun siyasetin hal ve gidişini “kişiler” üzerinden görme ve yorumlama eğiliminde olması. Bu kişiler, cumhurbaşkanı, başbakan ya da parti liderleri olduğunda, dünya ile farklılaşan bir durum olmuyor; yani normal. Ancak siyasette olması ya da olmaması esasen hiçbir etki yaratmayacak kişilerin üzerinden yapılan tartışmalar, adeta bir sistem tartışmasına dönüşüyor; bu ise pek normal değil.
Öte yandan sistem üzerine yapılması gereken tartışmalar, mesela yeni bir anayasa, mesela seçim kanunu, mesela partiler kanunu, bunlar da kişiler üzerinden tartışılıyor. Yani, teşbihte hata olmaz “küçük oyuncular” üzerinden sistem tartışıyor; sistem tartışması üzerinden de “büyük oyuncular”.
Toplumdaki bu eğilim en çok kimin işine yaramaz diye sorarsak, önce hükümetlerin işine yaramadığını söyleyebiliriz; zira toplumun gerçek sıkıntılarının üzeri örtülmüş oluyor. Kimin işine yarar diye baktığımızda ise sadece PKK gibi örgütlerin işine yaradığını görüyoruz. PKK, siyasal sorun ihtimaliyle paniğe kapılan, sistem yerine liderleri tartışan bir Türkiye’yi tercih etmez mi?