63 yılını doldurunca hayatta “Ben haya ederim artık yeryüzünde dolanmaya’’ demiş Yesili Hace Ahmet Efendi. Onu, yer altında loş bir kabir/meskene indirmiş ağlayarak sevenleri. O güne kadar dergahına eğri odun bile taşımayan muhibleri, kınına zoraki giren birer parlak kılıç gibi, dillerini bağlayıp, divitlerini titretmeye başlamışlar. Hace Ahmet Yesevi kan gözyaşıyla söylemiş, onlarsa Güneş’in önünde eriyen mumlar gibi titreyerek kaleme almışlar hikmetleri... Kar mı yağmış, yağmur sel mi basmış, yaz mı gelmiş, bahar mı kavuşmuş demeden yazmışlar yazmışlar... Hace Ahmet Yesevi’nin kalbinden doğan mısralar, karanlık gecelere yıldız olarak bugünlere kadar gelmiş... Çoğuna teselli vermiş, daha üzgünlereyse tecelli olmuş. Toprağı vatan, ahaliyi millet kılan bir edep erkan ile, kendisi sırra kadem basarken, etrafını dırahşan eylemiş...
Ahmet Yesevi hazretleri manevi dünyamızın bir kavşak ismi, hem sünni hukuk tatbikatının hem de bektaşi ruhaniyetinin kesiştiği meczolduğu bir coğrafyanın atası. Ehli Beyt sadıkı, aşıkı bir usaresi var ondan yükselen güzel kokunun. Fütüvvet ve cihat ehli yolu ve dolayısıyla yetiştirdiği talebeler de alperen... Anadolu’ya ve oradan Rumeli’ye geçen bir aşk dilinin kurucusudur Yesevi. Onu ve hikmetlerini, Türkistan steplerinden Rumeli’deki Ohrid Gölü’ne kadar uzayan turkuvaz yay’ın hemen her dönemecinde işitebilirsiniz... Onun hikmetleri bizi bize aşina kılan bir kalp ritmidir.
Hz. Türkistan ismiyle de namlı büyük eren Ahmet Yesevi hazretlerinin Hikmetler Divanı günümüz Türkçesiyle tertip edilerek basıldı. Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin baskısı ve özellikle Dr. Hayati Bice’nin de katkılarıyla gündeme çıkan hikmetler, şairlere, ressamlara, müzisyenlere ilhamlar verdi. Geçtiğimiz hafta, Cemal Reşit Rey konser salonunda sanat yönetmenliğini Mustafa Selçuk Eraslan ve Coşkun Karademir’in yaptığı zikr tertibi de Divan-ı Hikmet’i meşk eyledi. Bestekar Rıza Tekin Uğurel Beyefendi’nin onurlandırdığı gecede siyasi protokol yoktu. Gönül ve zevk dünyası başka bir şey, burada kılıcın gücü değil hatta belki mahviyettir harabiyettir göz kamaştıran. Gönül dünyasında altının akçenin değil, gözden akacak bir katre yaşın kıymetidir değeridir bahse değer... Lakin her birisi de Resulullah (s) dostu hocalarımızdan Prof. Mahmut Erol Kılıç, Prof. Şehvar Beşiroğlu, Prof. Kenan Gürsoy, Prof. Mustafa Tahralı vardı. Tertibe vesile olan Abdurrahman Şen Bey’e teşekkürlerimizi sunarız.
***
Büyük bir gelenek sevdası ile dolup taşıyoruz. Osmanlı, Selçuklu ve Türk vurgusu etrafımızı kuşatan tüketim nesnelerinden, dil, politika ve medya göstergelerine kadar her yanımızı kaplamış, etkisi altına almış halde. Bu büyük dalganın gelenekle ilgisini, ilgi içeriğini yeterince düşünüyor muyuz? Gelenekli olmakla, Gelenekçi olmak birbirinden farklı şeyler. Bunun sanattaki, kültürdeki karşılığı ne olacak... Gösterişli ama harcıalem işlerle piyasayı kaplamak, toplumsal karşılık anlamına gelir mi? Ticari kaygılarla üretilmiş güya tarihi öykünmeci kitsch’ler, mimariden resime, edebiyattan tiyatroya, mücevherattan moda kreasyonuna kadar her yanı kaplamış halde...
Bu tarih merakını önemsiyorum. Önemli bir dip dalga. Lakin bu güçlü dalganın pupa yelken yol vereceği gemileri hazırlayabildik mi... Meçhul. Son yüzyıllık kültürel hasadımızın mihengi iktibasçılıktan geçiyor. Hukuktan, musıkiye, gösteri sanatlarından, eğitime, modaya kadar kopyala yapıştır üslubuyla geçti koca yüzyıl.
Bunun yanı sıra ‘’tekrar’’ı da sanat hafızası olarak elbette önemsiyorum. Her ne kadar bize zaman kaybettirmiş gibi gelse de ilk elden, uzun yoksunluk, yasaklılık günlerinde ‘’tekrar’’ üzerinden korunmuş bir hafıza ile gelebildik bugünlere. Peyami Safa’nın ‘’Fatih/Harbiye’’sinde Darülfünundan Üniversiteye geçiş ve konservatuvarlarda eski musıkinin bırakılarak hatta yasaklanarak Batı müziğine geçiş günleri anlatılır. Travmatik bir reddiyedir bu. Geleneksel müktesebatı, tevarüs ettiğimiz kültürel hasadı yadsıyarak, kendimizden utanca, kendimizden üzüntüye dönüştürdüğümüz o haleti ruhiye... Artık geride kaldı...
Fakat şimdi de yüzyıllık makası acilen kapatmanın getirdiği hamaset ve kolaycılıkla karşı karşıyayız... Mustafa ve Coşkun’un yaptıkları zikr tertibini bu yüzden çok önemsedim. Hem geleneğe saygı hem de tertibin bugünkü karşılığı olan yüksek performanslarıyla gönüller şadıman oldu. Kalbimde hüzün vardı salona gelirken neyzen Nurullah Kanık’ın nağmeleriyle kalbimden kanatlanarak kalkıverdi. Tanburi Özer Özel’in sazında, yağmurun yağışını ve güneşin doğuşunu seyrettim, sanki bir resim çizdi, gözyaşlarımı tutamadım. Hanendeler hüma kuşu gibi sızlarken kelime-i tevhid gönüllerimizi pervaz eyledi...
Gönül neresidir, bilen var mı içinizde...